----------------KENT NOTLARI-------------------
Çok hoşuma gider:
Postacı izne ayrılmış,
“Şu şehri bir dolaşayım” demiş.
*
Geçmişte, ekranlardan dilimize dolanan bir replik vardı.
Yurdum insanları piknikte…
Kadınlar evde yaptıkları işleri bu kez ağaç altında yapıyorlar, sportmen (!) erkekler kendi aralarında voleybol oynuyorlar, çocuklar kendi dünyalarında…
Herkes mutlu…Özellikle de kadınlar…
“Açukluk, açukluk!” diye seviniyorlar.
Günlük rutinleri değişmiş; açık havadalar ya…
*
Hayat, biteviye kendini tekrar edip duruyor.
İşte bir yılın daha sonu geldi.
Yine o bilindik tartışma; yeni bir yıla giriliyor olmasını, aileleriyle, sevdikleriyle, “daha iyi bir yıl” dilekleriyle kutlamaya çalışanlara yönelik “Noel’i kutluyorlar” ithamı!
Ne alâka?
Millî ve dinî bayramlarımızı da, mübarek günlerimizi de coşkuyla, huşû içinde kutluyoruz. Yeni yılı da kutlamışız, çok mu?
Yersiz bir “ayrıştırma” bu bence.
Yeni yılı kutladığı için kimse dininden çıkmıyor, imanından olmuyor.
Kaldı ki, ben de dahil pek çoğumuz artık yeni yılı “PTT” yöntemiyle kutluyoruz. Yani “pijama-terlik-televizyon”…Genellikle de ekonomik nedenlerle…
*
Mahallelerimiz arasına böylesine kalın ve yüksek duvarlar örmeyelim.
Bu milletin, “milli birlik ve beraberliğe en fazla muhtaç olduğu dönemler” hiç eksik olmaz biliriz. Ben 55 yıl önce de böyle yazıyordum, şimdi de sık sık bu jargona sarılıyorum. Ben söylemesem, büyüklerimizin açıklamalarında bu cümle muhakkak geçiyor.
Hani çok çok eskilerden kalma bir esprimiz var ya:
Düşünen beyinlere zararlı fikirler üşüşür,
Büyüklerimiz her şeyi bizden iyi düşünür!
*
Ama, şu son dönemde olduğu kadar hiç böylesine “ete kemiğe bürünmemişti” bu cümle.
Güzel yurdumuz, emperyalizmin hedef tahtasında!
Ortadoğu haydudu Netanyahu, bize “baş düşman” olmuş, dişlerini gösteriyor...
Kuşatılmış durumdayız.
Birlik, beraberlik ve kardeşliğe bu kadar ihtiyaç duyduğumuz bir dönemi ben hatırlamıyorum.
Bir yandan, ülkemizin neden bu kadar yalnızlaştığını sorgulayacağız, aynı hataları yapmamaları için karar vericilere demokratik uyarı görevimizi yapacağız, diğer yandan da, her türlü ayrımı aşarak kenetleneceğiz, kucaklaşacağız.
Hele de, yılbaşını kutlama-kutlamama gibi basit bir ayrım tuzağına asla düşmeyeceğiz.
Vatan-millet-bayrak sevgisinde buluşacağız, demokraside, hukukun üstünlüğünde, eşitlikte, sosyal adalette birleşeceğiz.
Aksi halde, üzerinde durduğumuz zemini altımızdan çekip alırlar da, farkında bile olmayız.
Allah korusun.
*
Çetin Altan’ın ünlü sözünü dilimden düşürmüyorum:
“Enseyi karartmak yok!”
Her alanda çok ciddi bir bozulma, hatta daha ileri bir anlatımla “toplumsal çürüme” yaşıyoruz.
Ama, umutsuzluğa kapılmaya da hiç hakkımız yok.
Bizim kuşak artık sonbaharını yaşamaya başladı, ama çocuklarımız var, torunlarımız var.
Bu cumhuriyeti, bölünmez bir bütün olarak bu vatanı, ay-yıldızlı bayrağımızı, yani bağımsızlığımızı, atalarımızdan aldığımız bir kutsal emanet olarak bizden sonraki kuşaklara sapasağlam devretmek zorundayız.
Yeni yılı kutlayanımızla, kutlamayanımızla…
O, kendi bileceği şeydir.
Ama vatanın bütünlüğü, milletin bağımsızlığı, kimsenin keyfine bırakılacak şey değildir.
İşte onun için, enseyi karartmadan, Nazım’ın sesine kulak vereceğiz:
“Güzel günler göreceğiz çocuklar, güneşli güzel günler!”…
Ve Mevlâna’nın sesine:
“Bizim dergâhımız ümitsizlik dergâhı değildir!”…