Önce usturalardan birisini alıp alışkın davranışlarla bir güzelce bileyliyor Ahmet Ağa. Sonra ispirto döktüğü bir pamukla kan oturmuş ayağımın üzerini bir güzelce siliyor. Ardından yakılmış olan ispirto ocağının alevinde usturanın ağzını gezdiriyor. Kendince mikroplarından arındırıyor.

Sonra usturanın ağzını ayağımın kan oturmuş bölümü üzerine bir şey kıyar gibi ritmik ve seri davranışlarla, 8-10 kez vuruyor. Vuruşları hafif. Her vuruşunda çizgi halinde kesik oluşuyor. Deride oluşan çiziklerden çok hafif simsiyah kan çıkıyor.

“Hepsi bu kadar” diyor Ahmet Ağa.

Gerçekten de pek acı duymamıştım.

“Şimdi ayağa kalk Muallim Efendi” diyor.

Ayağa kalkıyorum.

“Şimdi biraz canın yanacak ama dayanmalısın.”

Ağırlığım ayaklarım üzerine bindiğinde bıçak vurulan bölüm sızlamaya başlıyor.

“Şimdi sağlam ayağını kaldır. Ağırlığını bıçak vurduğumuz ayağın üzerine ver. Kirli kan tamamen akıncaya kadar öyle dur.

“Tamam” diyor, denileni yapıyorum.

Ayağımdaki sancı daha da artıyor.

Her çizikten simsiyah kan yürüyor dışarı. Ahmet Ağa da akan kirli kanı pamukla siliyor. Ne zaman kirli kan bitip temiz kan çıkmaya başlıyor, işte o zaman oturtuyor beni.

Hazırlanmasını istediği paaç hazırdır.

Paacı bıçak vurulan yerin üzerine sıcağı sıcağına yapıştırarak bir güzelce sarıyor. Ardından:

“Hadi geçmiş olsun Muallim Efendi” diyor. “Hepsi bu kadar... Yalnız sargı iki gün duracak.”

İçtenlikle teşekkür ediyorum.

Paaç’ın neden ve nasıl oluşturulduğunu da öğreniyorum. Soğan doğranıp yeteri oranda bulgurla ve bir parça da unla karıştırılıp, suda, suyu çekilinceye kadar pişirilip küçük bir tava mayalısı durumuna getiriliyormuş. Bunun, burkulan yere sarıldığında, kısa zamanda ağrısını almada ve tedavi etmede oldukça etkili olduğu söyleniyor.

Gerçekten de gün be gün iyileşmeye başlıyor ayağım. Ancak, okula gidip gelirken bastığım yerlere çok dikkat etmem gerekiyor. Çünkü bastığım zemin düz olmazsa ayağım yeniden burkulma meyli gösteriyor. Ayak bileğimdeki sinirlerin ve kasların yeniden eski durumunu alması ise en az bir ay sürecekti.

ŞUBAT TATİLİ

31 Ocak 1962, Çarşamba günü öğle sonu derste öğrencilerin karnelerini dağıtarak, 15 günlük yarıyıl tatiline giriyoruz. 

Burada, birinci sınıftan en başarılı öğrencilerimin adlarını anmadan geçemeyeceğim. Bunlar; Fadime Erçorum, Resul Erçorum, Niyazi Yaramış, Ali İhsan Yaramış, Nazmiye Uslu, Ramazan Cuma ve Bilal Dincelir;

İkinci sınıftan ise; Aslan Dincelir, Mustafa Bozkuş, Hasan Hüseyin Şahbaz, Mustafa Yaramış, Mustafa Akbeyaz, İbrahim Yağmur, Osman Uslu, Hasan Uslu ve Murat Demirkazma’ydı.

1 Şubat 1962, Perşembe günü sabahı da, Fikri öğretmenle Sungurlu’ya inip maaşımı alıyorum. (375 lira) Oradan da bir kamyonun sürücü yanında Çorum’a iniyorum. Kardeşim Eşref, Merzifon Astsubay Hazırlama Ortaokulu’nda okuyor. Onlar da tatile girmişler. Çorum’da buluşup birlikte köyün arabasıyla akşamüzeri köye, Çıkrık’a ulaşıyoruz.

Bundan sonraki günlerde yaşadığımız kayda değer konuları yine cep takvimimden aktarayım.

3 Şubat, Cumartesi.

Hava nispeten açık ve güneşli… Öğle sonu okulun sahasında arkadaşlarla top oynadık. Emsallerim daha öğrenci iken ben, köyümüz öğretmenlerinin en genciydim.

5 Şubat, Pazartesi.

Bu sabah Dutluk bahçeyi suladık. Hava oldukça sert ve soğuk… Kış, kışlığını gösteriyor.

6 Şubat, Salı.

Bugün, Ramazan ayının 1’inci günü… Oruçluyuz. Hava soğuk. Öğle sonu okul sahasında arkadaşlarla voleybol maçı yaptık. Akşamüzeri, Mecitözü ilçesi Çağna (Elmapınar) köyünde öğretmen olan Süleyman ağabeyim geldi.

8 Şubat, Perşembe.

Sabah Eşref ve Süleyman ağabeyimle birlikte köyden ayrıldık. Mehmet Poyraz’ın yük kamyonuyla Çorum’a giderken, araba yolda arıza yaptı. Hava çok soğuktu. Oldukça üşüdük. Araba onarıldıktan sonra Çorum’a ulaşabildik. Oradan Mecitözü arabasına binerek Çağna yol ayrımında indik. Bir saat karda yürüyerek Ağabeyimin görevli olduğu köyü Çağna’ya geldik.

10 Şubat, Cumartesi.

Sabah Eşref’le birlikte Çağna’dan ayrıldık.  Hava soğuk, yollar çamur. Bir buçuk saat yol yürüyerek Mecitözü’ne indik. Amasya’dan gelip Çorum’a giden bir otobüsle de Çorum’a ulaştık. Oradan da Osmancık yönüne giden bir kamyona binerek, Gölün Yazı denilen düzlükte, Yeşildere köyünün yol ayrımında indik. Hava soğuk, yollar olabildiğince çamurdu. İki buçuk saat süren zorlu bir yolculuktan sonra, Mehmet ağabeyimin öğretmen olduğu Yeşildere köyüne ulaştık.

12 Şubat, 1962 Pazartesi.

Mehmet ağabeyim okulun lojmanında kalıyor. Günler güzel geçiyor. Gece oldukça kar yağmış. Okul bahçesinde kar manzaralı bir fotoğraf çektiriyoruz.