“Annen de kalacak mı seninle?”

“Hayır. Beni yerleştirince dönecek. Memlekette kardeşlerim babam yalnızlar.”

“Seni nereye indireyim Hocam?”

“Muhtarın oraya indirirsin artık İdris kardeş” diyorum.

“Ben sizi Halil Ağa’nın oraya indireyim. Benim de akrabamdır. Bu akşam anan orada kalır, rahat eder. Böylesi daha uygun Hocam… Sen de muhtarın odada kalırsın. Halam Osmanlı kadındır. Yanında bir oğlu var, o da askerde. Geliniyle birlikte kalmaktalar.” diyor.

“Sıkıntı vermeyelim” diyorum.

“Yok yok” diyor.

“Peki o zaman” diyorum. “Çok sağ olun,”

“Yarın da duracak bir odaya bakarsınız.”

“Hayırlısı ..” diyorum.

Güneş batarken giriyoruz köye. İlk gelişimizde durduğu küçük alanda duruyor İdris. İki üç kişi var duvarın kıyısında. Meraklı üç beş çocuk alıyor arabanın çevresini hemen.

“Talebelerin geldi” diyor annem.

İdris parmağıyla sağ yandaki geniş kanatlı kapıyı göstererek:

“Evi şurası” diyor.

“Tamam,” diyorum.

İniyoruz arabadan. Hoş beş ediyorlar adamlar bizimle.

“Köyünüzün öğretmeni...” diyor İdris. “Tutun da içeri alıverelim eşyalarını.”

Kanatlı kapının teki açık zaten… Adamların her biri birisini alıyor eşyaların, taşıyorlar kapıdan içeri. Geniş bir avlusu var. İdris evin girişinin yanında, öteberilerin konulduğu örtme altına eşyaları bıraktırıyor. Ardından içeriye sesleniyor.

“Halil ağa, Fendiye hala!..”

Genç bir kadın çıkıyor içeriden.

“Buyur İdris ağam!

Halil Ağa yok mu?”

“Kaynatam köy içine çıkmıştı. Birazdan gelir.”

“Bak Havva gelin, size konuk getirdim. Yeni gelen öğretmenle anası… İlgilenin.”

“Can baş üstüne İdris Ağam,” diyor, ardından; “Hoş geldiniz hala!” diyerek annemin elini öpüyor Havva gelin.

“Hoş bulduk yavrum. El öpenlerin çok olsun.”

Sarışıyorlar annemle.

Bana dönüyor:

“Hoş geldin kardeş.”

“Hoş bulduk bacım, sağ olun” diyorum.

Çok genç, temiz ve güzel yüzlü birisi olduğunu seçiyorum. Ardından kaçırıyorum bakışlarımı. Oldum olası utangacımdır kadın ve kızlar karşısında.

İçeriden kayınannesi de çıkıyor dışarıya. İdris onunla da tanıştırıyor bizi. Hoş beşten sonra içeri buyur ediyorlar.

“Ben muhtarlara gideyim” diyorum.

Engel oluyor kadın.

“Olur mu yavrum” diyor. “Şimdi gelir Halil ağa. Yemekten sonra onunla birlikte gidersiniz.”

İdris de tasdikliyor onu. Biz içeri girerken, İdris de işi nedeniyle dışarı çıkıyor.

Sevecen, konuksever, sıcakkanlı insanlar.

Has Anadolu insanı… Yemez, yedirir. Giymez giydirir. Elindekinin, evindekinin en iyisini konuğuna sunar, dediklerimizden.

Temiz, geniş aydınlık bir oda. Her şey tertipli düzenli… Geçip pencere önündeki sedire oturuyoruz.

Kadın konuşkan, kadın rahat tavırlı... Gelin hanım da öyle. Kaç göç bilmiyorlar. Bu bizi rahatlatıyor. Kadın, annemle çabuk kaynaşıyor. O annemle söyleşirken, gelin hanım da akşam yemeğinin telaşında. Eli ayağı, çabuk ve pratik… Arada bir de annemlerin söyleşisine katılıyor.

Kadın, benden için anneme:

“Ekmeğini, çamaşırını dert etme sen,” diyor

Gelin hanım da katılıyor söze.

“Doğru söylüyor anam. Eğer tenezzül eder, bizi adam yerine koyarsa hocam, göndereceği çamaşırını da yıkarız, ekmeğini de ederiz. Gariplik hissettirmeyiz ona. Ne de olsa köyümüzün, çocuklarımızın öğretmeni. Ablamın kızı Menekşe ikinci sınıfta… Ondan gönderiversin yıkanacak çamaşırlarını.”

“Çok sağ olun,” diyorum mahcup bir tavırla.

(SÜRECEK)