Şarkıyı Çorum Öğretmen Okulu'nda okurken öğrenmiştim. Sesim, mandolin sesine karışırdı o günler:
"Ilgaz, Anadolu'nun / Sen yüce bir dağısın/ Baharda yeryüzünde/ O cennetin bağısın."
Yıllar sonra çocuklarım, torunlarım o cennette bulduk kendimizi.
Herkes, Ilgaz'a kış aylarında gider. Biz kış önünü, güz mevsimini seçtik. İki araba arka arkaya yola düştük.
Ankara'dan başladı yolculuk. Arabalarımız bizden daha meraklı, heyecanlı. Çankırı'nın yüzüne bile bakmıyoruz.
Doğru Ilgaz.
Üç gün Ilgaz dağına konuk oluyoruz.
Teleferik kışa saklıyor keyfini. Zirvede gözetleme kulesi. Oraya kadar tırmanıyoruz. Çeşit çeşit çiçek açıyor gözlerimizde. Çam ormanındaki sessizliğe karışıyor sevincimiz. Arkamızdan başka bir aile geliyor. Bizden önce yol alanlar geri dönüyor. Selam alıp selam veriyoruz yol boyu.
"Bal yiyen baldan usanır." derler. O koca dağ dar geliyor bir günün sonunda. Ertesi gün Kastamonu yollarındayız. Çevre gezilerine çıkıyoruz.
Daday'dayız.
Tarihi konaklar, at çiftlikleri, bahçeler...
Elma bahçeleri bereket yüklü. Amasya'nın misket elmaları gözümüzü alıyor.
Daday'da etli ekmek yemeye hazırlanırken, elma bahçeleri aklımızı çeliyor.
-Şu bahçenin önünde dur, diyorum oğluma.
İniyoruz arabalardan.
Eşim, oğlum, kızım, damadım, torunum dalıyoruz açık kapıdan içeri.
Bahçe kalabalık. Elma hasadı yapılıyor.
-Elmamızı buradan alalım, dedik. Geldik. Bereketli olsun.
-Sağ olun. Hoş geldiniz. İki kova yeter mi?
Neden iki kova dediği belli. Bahçe kapısında iki araba durduğunu görüyor çünkü.
-Yeter. Çok bile.
İki kova elmayı arabalara taşıyor oğlum.
-Kaç lira borcumuz?
-Borcunuz yok. Afiyetle yiyin.
-Olmaz canım, biz elma satın almak için girdik bahçeye.
-Satılık elmamız yok.
Gözünü sevdiğim cömert Anadolu insanı! Kırk yıllık dostuz sanki. Sevgi, saygı önüne geçiyor paranın.
-Bu da benim kartım. Ankara'ya geldiğinizde bir çayımı içmenizi isterim.
Kartımı alıp cüzdanına koyuyor.
-Nasip olursa görüşürüz avukat bey.
Yola çıkıyoruz.
-Daday'ın etli ekmeğini yemeden gitmeyelim, diyor eşim.
Arabamızın burnu etli ekmek kokusu arıyor. Nasıl olsa bir yerde duracak.
Arabamızdaki elmalar, etli ekmek düşü üstünü örtemiyor gezi boyunca onca sevincin arasında yaşadığım üzüntünün.
Hastanenin öyküsü bu.
Daday'daki Ballıdağ Göğüs Hastalıkları Hastanesi verimli çalışmadığı gerekçesiyle 2005 yılında kapatılıyor. 1950'lerde Alman ve İsviçreliler tarafından yapılmış.
Şimdi harabe.
Parası olan biri burayı satın almış.
Daday cennetinde bulunan bir umut kapısı kapanmış böylece.
Aklıma Kütahya Havaalanı geliyor.
Daha yeni yaptık.
Biz yaptık.
Verimli bir yapı mı?
Değil.
Diyelim ki bir yılda yüz yolcu taşınacağı hesap ediliyor. Gelen beş yolcu bile değil. Devlet, yüz yolcu taşınmış gibi para ödüyor yapıcısına.
Pistler uçağa hasret.
Kütahyalılar ise memnun. Seçim zamanı iktidardan oyunu esirgemiyor.
Nasıl olsa zararı millet ödüyor.
İyi de Kastamonululara ne demeli?
Kimsede tık yok!
Hastanenin hesabını kim soracak?
Sandığa bakıyoruz, Kütahyalıları kıskandırıyor verdikleri oylar.
Arabamız Ilgaz dağına tırmanırken, bir cennetten bir başka cennete geçiyoruz.
Kendimi zor tutuyorum:
-Bu dağı da satar bunlar, diyorum.
Kime diyorum?
Kendime.
Yarı yolda iniyoruz arabalardan.
Otelimize kadar yürüyeceğiz.
Yoksa başka nasıl sindireceğiz etli ekmeği?