TEPEDEN İNME

Henüz kirletilmemiş

Çaydere’nin suları;

Orada bir balıkla,

yaşarmış yavruları.

Yavruları toplamış

anası çevresine;

Demiş ki: “Kulak verin

ananızın sesine.

Sakınınız olası

tehlike, tuzaklardan;

Gelebilir sizlere

yakından, uzaklardan.

Bunun adı oltadır,

yavrularım bakınız;

Ucundaki yeminden,

aman ha sakınınız!

Yemine aldanıp da

onu yediğiniz an;

Sizler yem olursunuz;

haliniz olur duman.

Buna da zoka derler,

sakın ola yutmayın!

Bu uyarılarımı,

hiç mi hiç unutmayın!

Kulak ardı etmeyin,

sözümü dinleyiniz;

Bunun adı da ağdır,

içine düşmeyiniz!

Uğramayın semtine,

dalyan derler buraya;

Sizin sonunuz olur,

atılmayın karaya.”

Balıkçının birisi

o anda suya girmiş;

Serpme ağı yukardan

aşağıya giydirmiş.

Anabalık ortada,

yavrular çevresinde;

Şaşkınca hepsi birden

kalmış ağın içinde.

Yavrular demişler ki:

“Bundan hiç söz etmedin.

Nasıl kurtulacağız?

Bu da tuzak demedin.”

“Yavrucuklarım,” demiş:

İnsan hilesi çoktur.

Buna “Tepeden İnme,”

derler; çaresi yoktur.”

SERMAYE KEDİDE

Eskilerden bir ilde

bir kuyumcu yaşarmış;

Oldukça cimrıi imiş,

varsıllığa koşarmış.

Bir kalfa çalıştırır,

kimseye güvenmezmiş;

Kalfaya hakkı olan,

ücretini vermezmiş.

Dükkanı kendi açar,

kapatırmış kendisi;

Maddiyata taparmış,

paraymış efendisi.

Kalfa, bir gün boyunca

köle gibi çalışır;

Onun üstün sanatı,

adama para taşır.

Adam varsıllaştıkça,

kalfa yoksullaşıyor;

Kasası yıldan yıla

dolup dolup taşıyor.

Ücret artışı için,

olsa da yalvar yakar;

Onun serzenişine

kuyumcu kulak tıkar.

Geçinemez olunca,

kalfa çare düşünmüş;

Bulduğu çare ona,

güneş doğmuş bir günmüş.

Her sabah kedisiyle

dükkana gidecekmiş;

Sabah yemeğini de

kediyle yiyecekmiş.

Bir kurdela bağlamış,

kedisinin boynuna;

Bir nazarlık muskası

gibi cep dikmiş ona.

Kedi yemek sonrası,

eve dönermiş hemen;

Her gelişi altınla

kimseye sezdirmeden…

Eve göndermek için

her gün bir altın çalar;

Bu gizli cebe koyar,

kediyi eve salar.

Bu iş birkaç yıl sürmüş,

kalfaysa varsıllaşmış;

Cimri kuyumcu ise

gittikçe yoksullaşmış.

Altınların gün güne

sezmiş azaldığını.

Ancak, kuşkulanmış ya,

kalfanın çaldığını…

Akşamları sürekli

üzerini aramış;

Ne yazık ki üstünde

hiçbir şey bulamamış.

Kuyumcunun işinin

yaklaşmaktaymış sonu;

Sonun da kalfasına

yol vermiş, kovmuş onu.

Kalfa biriktirdiği

o yüzlerce altınla;

Tutmuş tam karşısında

bir dükkan açmış; anla.

Yeni dükkana ilgi

günler geçtikçe artmış;

Kalfanın patronuysa,

iflas topunu atmış.

Bir gün kuyumcu gelmiş,

kalfanın dükkanına;

“Altınlarımı nasıl

aşırdın?” sormuş ona.

O da kucağındaki,

kediyi göstererek;

“Senin sermayeni ben,

kedime yükleterek…

Birkaç yılda taşıdım,

cimriliğin sonu bu;

Nasıl beğendiniz mi?

ben beğendim doğrusu.”

(SÜRECEK)