İlkokula, ortaokula giden çocuklarımızın sırtlarında taşıdıkları ağır yük çantalarıdır. Bu çantalar onların kütüphaneleridir aynı zamanda.
Çoktan seçmeli test kitaplarıdır çoğu.
Evde test çözerler,
Okulda test çözerler,
Otobüste, servis araçlarında test çözerler.
Üniversite biter, iş bulunur, eş bulunur, çoluk çocuğa karışılır...
Evden işe, işten eve.
Evden ibadethaneye, ibadethaneden eve...
-Kitap okuyor musunuz?
-Ne kitabı?
-Şiir, roman, deneme...
-I ıh!
Okulda okudukları gelir aklına. Kendini bir bardağa benzetir. "Bardak dolu!" der içinden.
-Unumu eledim, eleğimi astım. "
Böyle bir anlayışı sürdürenlerin sayısı az değildir.
Nuran Kazım* öyle düşünmüyor ama.
Kitabının 2. bölümünü "Farkındalık" konusuna ayırmış. Tırnak içine aldığı bir alıntıda şöyle diyor:
"Bugün seni buraya getiren şey, seni daha ileriye götüremez."
Ülkemizde var olan sistem, zaten insanların daha ileriye gitmelerini kolaylayan, yol açan bir sistem değil.
Üretim toplumu yerine tüketim toplumu yaratılmış.
"Ye, iç; yan gel yat. Makarna, kömür benden!
Verilenle yetin, yerinde otur. Biat et!"
Yazar diyor ki:
"(...) Bugüne kadar edindiğin bilgiler ve deneyimler, seni şu anki duruma getirdi ama daha ileriye taşımak için yeterli değil. Mevcut bilgi ve deneyimlerle sınırlı kalmak gelişimini
engelleyecektir. Sen kendi potansiyelinin sınırlarını kabul etmeyip, sürekli olarak kendini geliştirmen gerektiğini anlamalısın. (...) " s. 29
Kitap 11 bölümden oluşuyor. 3. bölümde" Yaratıcı Güç", 8. bölümde" İletişim, iletişim becerileri", 11. bölümde "Motivasyon" gibi konular işleniyor.
Okunmaya değer bir yapıt.
Yaşlı kuşak, genelde bilişim çağını yaşayamıyor.
Az okuyor.
Günümüzde on binde birimiz kitap okuyoruz. Japonya'da bu oran yüzde 14'tür. Fransa'daki durum daha iyidir; %21.
Bulunduğumuz yerden daha ileriye taşınabilmek, ileriyi görebilmek için öldüğümüz güne kadar kitap okumalıyız.
Başkalarının birikimleri heybemizde olsun ki, işi kolay kılalım.
