Denizlerde av yasağı kalkınca balıkçılardan duyarız;

"Lüfer bol."

"Hamsiyi kaçırdık!"

" Bu yıl palamut yılı."

Hak, hukuk, adalet üçgenini kirleten suçlar da balıklar gibidir. Her dönemin suç çetelesi farklı.

Son on, on beş yıl içinde asliye ceza mahkemeleri, asliye hukuk mahkemeleri duruşma salonlarının kapılarına asılan duruşma listelerindeki suçların da rengi değişti. İki suç türü öne çıktı;

Hakaret,

Hırsızlık.

Siyaset, toplumu ikiye ayırmıştı; millet, illet.

Toplum da kendiliğinden ikiye ayrıldı; dili uzun olanlar, eli uzun olanlar.

Dili uzun olanlar alttakiler.

Ağzını açan üsttekilere hakaret ediyor.

Üstü açılmadık hakaretler...

Üsttekilerin ise eli uzun.

Para çok. Avukat tutma sıkıntıları da yok.

Alttakilerin dili uzadıkça üsttekilerin gölüne su doluyor.

Önce ceza davası,

Sonra manevi tazminat.

Yargının gözü bağlı olduğundan eli uzun olanları göremiyor. Kulak sağlam. Alttakilerin üsttekilere ne dediklerini duyuyor.

Bağıra çağıra öfkesini boşaltamayanlara, kafasının tası atanlara, elinin parmaklarına söz geçiremeyenlere, cep telefonlarındaki tuşlar kaş göz ediyor, onlar da basıyor gaza;

"Hırsız!"

"Alçak!"

"Hergele!"

Biri de "Fırıldak!" demiş üstteki birine.

Beraat ettirene dek göbeği çatlamış avukatının.

Mahkemeye liste sunmuş avukat; “şu fırıldak, bu fırıldak, o fırıldak..."

Bir milletvekili iki yılda altı parti değiştirir mi?

Değiştirir.

Kubilay Uygun'un adı Fırıldak Kubi'ye çıkmıştı bu yüzden.

Bunu, bunun gibileri çokça tanıyan halk, siyasetçilerin genel unvanı olarak kullanmaya başladılar "fırıldak" sözcüğünü..

" Müvekkilin ceza aldı mı? " diyorum.

" Beraat etti. " diyor.

Kadim alışkanlık, hırsızlık.

Son yıllarda hırsızların, kamu kurumlarına dadandığı anlaşılıyor. Hemen çoğu da ana muhalefet belediyelerini seçiyor(!)

Öyle ya, iktidar ak olunca, hırsızlar karanlıkta yuvalanıyor.

Yargı "teyakkuz" halinde.

Gün doğmadan çevik kuvvet kapıda. Bir baskın, bir operasyon... Türk askerinin Güney Doğu'da mağaralara daldığı gibi dalıyor güvenlik görevlileri.

Baskın yeri hırsız kaynıyor.

Bir,

üç,

beş,

otuz beş...

Kulağından tuttukları gibi cezaevlerine...

Yolsuzlukla savaş kızışıyor.

Bir büyükşehirde belediye başkanının dosyası kabardıkça, yüreği de her gün makam odasından bakıp söyleştiği 1732 m. yükseklikteki Karlık Tepesi gibi kabarıyor.

Bakıyor olacak gibi değil, bu taraftan o tarafa geçiveriyor.

Güneşi gören kar gibi eriyor üst üste yığılan dosyaların içi.

Adalet sarayından evine doğru giden biri yolda Nasrettin Hoca'ya rastlıyor.

-Hoca'm, rahatımız iyice kaçtı. Ortalık hırsız kaynıyor. Nasıl mutlu olacak bu halk?

-Dilini değil, sen de elini kullanacaksın evlat!

Hoca yanından uzaklaşırken ellerine bakıyor adam.

Temiz emekçi ellerine..