Zaman bizlere verilmiş bir armağan, ister onunla yarışır, isterseniz barışırsınız. Seçim sizin.

Zaman hızlandı gerçekten, sanki dünya daha hızlı dönüyor, bir bakıyorsunuz hafta başı, bir bakıyorsunuz hafta sonu gelmiş. Bilim insanlarının bazıları gerçekten dünyanın dönüşünün hızlandığını söylüyor.

Zamanla yarışmak, zamana sığmamak, zamanın peşinden koşmak, koşarken yorulmayacağını düşünmek, koşarken arkaya dönüp bakmak, zamanında şunu yapsaydım, bunu yapsaydım diye, zamanı keşkelerle doldurmak, arkaya bakarak koşarken öndeki herhangi bir engele çarpma riski ile yol almak…

Tam tersi, gelecekle ilgili kaygılarla, başımız önde, zamanla yarışmak, korkularla yola revan olmak…

Neyin koşusu bu, neyin hırsı, neyin egosu? Sonunda menzil belli değil mi? Veysel ustanın dediği gibi, iki kapılı bir handa menzile yürümek...

Hırslar, egolar, nefretler, öfkeler, sadece kendini ilgilendirmiyor. Zaman yarışçısının, etrafına da zarar veriyor, çevresine, insanlığa, doğaya, kendi bedenine, başkalarına… Bir kişi değil zaten bu zaman yarışçıları, iki kapılı handa herkesin önüne geçip önünü tıkayan insanlar…Bunların ırkı yok, cinsiyeti yok, ulusu yok, yaşı yok, tarihin her aşamasında görüyoruz onları.

Tarihin onur sayfalarında isimleri bile geçmiyor, geçse bile nefret ile anılıyorlar. Hayata bir izleri yok zaman yarışçılarının.

Bir çiçeği koklamışlar mı kaygılanmadan, bir kuş avuçlarına konmuş mu, bir kedinin başını okşamışlar mı, gökkuşağını görünce mutlu olmuşlar mı, yağmurda ıslanıp karda izlerini çıkarmışlar mı, suyun içinde çıplak ayakla yürümüşler mi, hiç aşık olup sevgililerini içten, samimi öpmüşler mi? Özleyip bir kimseyi, sevgiliyi, arkadaşı, eşi-dostu, sımsıcak kavuşmalar yaşamışlar mı? Birsine hiç bir neden yokken çiçek alıp vermişler mi?

Bir çocuğa gülümseyip başını okşamışlar, bir kediye su vermişler mi? Her mevsimi, renkleri doyasıya yaşamışlar mı, özgürce, şu ne der bu ne der diye kaygılanmadan sokaklarda dondurma yiyerek markasız bir şort, bir tişört gezebilmişler mi?

Bir Nazım şiirini okuyup memleket sevgisinin içtenliğini, samimiyetini anlayabilmişler mi?

Zamanla barışmak, onun her anını, her saniyesini değerlendirmek, bulunduğun andan, zamandan mutlu olmak, tabii ki hayatın acıları, üzüntüleri, mutsuzlukları da olacak… Hatta sizin elinizde olmayan nedenler size bu duyguları yaşatacak, ama yaşamak gerek her duyguyu sonuna kadar. Bu insanı besler, azaltmaz, çoğaltır ve açılan yaraları onarmak için daha güçlü kılar.

Çok sevdiğim ve her zaman okuduğum ayrı bir bilgi edindiğim Simyacı Paulo Coelho şöyle der: Ben de herkes gibiyim. Dünya gerçeklerine oldukları gibi değil de olmalarını istediğim gibi bakıyorum. Evrenin, sözcüklerin ötesinde bir dili var. Öyle zamanlar vardır ki, insan hayat ırmağının akış yönünü değiştiremez.

Bir şey yerken yemekten başka bir şey düşünmem. Yürüdüğüm zaman da yürüyeceğim, hepsi bu. Savaşmak zorunda kalırsam, ölüm şu gün ya da bu gün gelmiş vız gelir tırıs gider. Çünkü ben ne geçmişte, ne de gelecekte yaşıyorum. Benim yalnızca şimdim var ve beni sadece o ilgilendirir.

Her zaman şimdide yaşamayı başarabilirsen, mutlu bir insan olursun. Hayat yaşamakta olduğumuz andan ibarettir ve sadece budur.

Kısacası, hayat bir gündür o da bugündür......

ÜRGÜP