KIRKLI-ELLİLİ YILLARDA ÇORUM

Çorum, Anadolu coğrafyasının ortalarında kurulmuş, tarihi çok derin bir Anadolu kentidir. Coğrafyası üzerinde pek çok medeniyetlere ev sahipliği yapmıştır. Ayrıca tarih boyunca insanlığa hizmet etmiş yüzlerce insana sahiptir.

Çorum’un tarihini anlatan, coğrafyasını anlatan, kültürünü anlatan bir çok eser yazılmıştır. Ancak semt semt anlatılan bir çalışma yapılmamıştır. Özellikle semtlerin geçmişteki konumu ve sosyal yaşantısı üzerine bir çalışma yapılmadığı gözlemlenmiştir. Oysa, kentimiz geçmişinin yazılmasında gelecğe ışık tutacak pek çok mesajların olduğu söylenebilir. Bunlar bilinir, öğrenilirse; geleceğimizi daha sağlıklı intizamlı sürdürebiliriz. Geçmiş, zaman zaman konuşulsa, anlatılsa da “Söz uçar, yazı kalır” denir.

Ben Çorum’a ait halk kültürü adına ne varsa yaşamım boyunca dillendirme gayretindeyim. Bizi biz yapan, bizi bir yere ait yapan o yörenin geleneksel adetleri ve sosyal yaşantısıdır çünkü. Bu adetler ve sosyal yaşantı bugün yaşanmasa da unutulmamalı diyorum. Sosyal yaşantıda yaşananların basiti minisi küçük görülmeden dillendirilmeli ve yazılmalı diyorum.

*

Şimdi bu duygularla yola çıkarak ben de doğup büyüdüğüm Çorum’un, Yazı Çarşı ve Çaygeçe’nin kırklı ellili yıllarındaki konumunu ve sosyal yaşantısını bugünün gençliğine anlatayım istedim. Özellikle de çocukluğumun, ilk gençlik yıllarımın Yazı Çarşı’sı ve Çaygeçesini...

Kırklı-ellili yıllarda Çorum geniş bir alana yayılmış değildi. Dört bir yanı tepelerle çevrili, bir çanak görünümünde düz alana yerleşmişti. Bu tepelerin bazıları “dağ” olarak söylense de, pek yüksek değildir. Köse Dağı, Eyerci Dağı, Kırklar tepesi, Dört Tepe, Kartal Tepe, Melik Gazi-Kandil Kaya gibi...

Şehirdeki evlerin birbirine bitişik-sıkışık; dar sokakların, çıkmaz sokakların yapılandırdığı yerleşim alanı, batısı, Ulu Mezar (Doruk Mezar da denir) ve devamındaki Hıdırlık Mezarlığında bitiyordu.

Güneyinde, Askerli Şubesine yakın bugünkü Milönü denilen ve askerlik şubesinin altında bulunan bir iki katlı evlerin önündeki üç beş iğde ağacı vardı ve bu yönden şehir sondu.

Kuzeyinde Osmancık Caddesi batısındaki Çiftlik mezarlığı şehrin sonu oluyordu.

Doğusunda bugünün Pirbaba Çamlığı şehrin sonu demekti.

Bugün Diş Hastanesi olarak kullanılan bina önceleri Verem Hastanesi olarak rahmetli Dr. Abdurrahman Soyarslan’ın önderliğinde yapılmıştı. O zamanki şehrin kenarındaki Tekel Binasının (şimdiki Kadeş Barış Meydanı) yanından görünüyordu. Verem Hastanesi yapılırken, şehir merkezinden uzakta ve az yüksek tepe üzerine inşa edilmişti. O zamanlar bu uzaklık halkın söylenmelerine neden olmuştu:

“Ya, adama bak, taa oraya hastane mi yapılır? Gidip gelirken kurtlar yer adamı yolda” dediklerini duyardık.

Yazı Çarşı tarafından da en son bina şimdiki Adliye binası yerinde olan Cezaevi ve karşısındaki halk arasında “Aygır Deposu” denen At Islah istasyonu idi. Sonrası tarlaydı.

Şimdi Yazı Çarşı’daki İmam Hatip okulu ve yanındaki caminin yeri önceleri tarla idi. Ve bu tarlaya zaman zaman haşhaş ekerlerdi. Ben, ekilen haşhaşlar büüyüp olgunlaşarak toplandıktan sonra, beğenilmeyip tarlada bırakılanları başakladığımı hatırlıyorum. (Başaklama; tarlada, bağda, bahçede, ağaçta artakalanları toplama)

MAPUSHANE VE JANDARMA KARAKOLU

Çorum’un ilk mapushanelerinden biri Çorum Kalesinin iç bölümünde olan bir zindan odası olduğu söylenir.

Çorum yöresinde mapushaneye “hapishane”, “hapisdamı”, “mapusdamı” gibi isimler de verilmektedir. Ceza evi ismi, çok sonradan kulanılmaya başlanmıştır.

Cumhuriyetin ilk yıllarında Çöplü(k) Çarşısında bulunan Taşhan mapushane olarak kullanılmıştır. Ünlü romancımız Kemal Tarih bu mapushanede kalmıştır. Ve bu mapushanede anlatılan olayları romanlaştırmıştır. Yedi Çınar Yaylası, Köyün Kamburu, Büyük Mal isimli üçlemesi bu mapushanede dinlediklerinin eseridir. Mapushanelere “Mapushane çeşmesi yandan akıyor yandan” diye türküler bile söylenmiştir.

Çorum’un ilk Cezaevi (Taşhan).

(SÜRECEK)