Köyün girişinde de kıyıları iğde ve böğürtlenlerle çevrili bir iki bahçede birkaç meyve ağacı seçiliyor. Başka da ağaç adına bir şey görünmüyor. Köy içinde arabanın durduğu yerde, ayaküstü söyleşen üç dört kişi karşılıyor bizi.

“Hoş geldiniz” diyorlar.

Sürücü İlyas, onlara tanıtıyor beni.

“Yeni öğretmeniniz...”

“Ya öyle mi? Desenize köyümüz iki öğretmenli oldu.”

“Öyle oldu.”

İlyas, oradaki çocukların en büyüğünü çağırarak:

“Öğretmenini okula götürüver,” diyor.

Öğretmen olduğumu öğrenen çocuklar koşup gelerek ellerime sarılıyorlar.

“Hoş geldiniz öğretmenim.”

“Hoş bulduk çocuklar” diyorum.

İlk kez bu çocuklar tarafından “Öğretmenlik” sıfatımla hitap edilmem beni heyecanlandırıyor. Açıkçası içim bir hoş oluyor. Sevgiyle, gülümseyerek bakıyorum çocukların gözlerine.

Ardından İlyas’a teşekkür ederek, çocukla birlikte okul yoluna düşüyorum. Toprak damlı evler arasından, meraklı bakışlar altında yamaca yukarı tırmanıyoruz. Adının Mustafa Bozkuş olduğunu öğrendiğim çocuk ikinci sınıfa gidiyormuş.

“Bizim öğretmenimiz vardı. O bizi bırakıp gidecek mi öğretmenim?”

“Hayır,” diyorum. “Gitmeyecek. Bundan böyle iki öğretmeniniz olacak.”

“Ne iyi!” diyor seviniyor. Ardından: “Bizim sınıfı sen mi okutacaksın öğretmenim?”

“Bakalım. Sınıfları paylaşalım da, hangimize düşerseniz.”

Çocuktan öğretmen hakkında kısa bilgiler alıyorum. Fikri öğretmen bekârmış. Okul çatısı altında bir odada kalıyormuş.

Okul bir yamaçta.. Çevresi bir metreyi aşkın yükseklikte taş duvarla çevrili. Girişi kuzeye bakıyor. Okulun sahasına giriyoruz. Okulun giriş kapısının önündeki sahanlığa, 8-10 taş basamakla çıkılıyor. Önünde ince bir ağaçtan bayrak sereni var. Okul avlusuna girecek yerde duruyor, okul ve çevresini gözden geçiriyorum. Eski, yıpranmış ve bakımsız görünüyor dışardan. Okulun doğu kesiminde okul avlusu içinde bir yapı daha var. O daha çok yıpranmış görünüyor.

“Orası da öğretmen lojmanı olmalı,” diyorum çocuğa.

“Durulmuyor orada öğretmenim. Kapısı ve pencereleri kırık. Hatta yerdeki tahtalarını bile sökmüşler.”

“Ya! Öyle mi?”

“Öyle öğretmenim. “

Ardından:

“Sağ ol Mustafa,” diyorum. “Dönebilirsin artık.”

“Sen de sağ ol öğretmenim!”

Geri dönüp yamaca aşağı seğirtiyor. Bir yandan da geldiğimi tüm köylüye duyurmak istercesine bağırıyor:

“Köyümüze bir öğretmen daha geldi! Köyümüze bir öğretmen daha geldi!”

Gülüyorum peşinden bakıp.

FİKRİ ÇELİKOK ÖĞRETMEN

Sonra, okul avlusunu bir baştan bir başa yürürken okul yapısını da gözden geçiriyorum. Bundan böyle bu köyün ve bu okulun öğretmeniyim. Geçen yıl öğrenciydim; bu yılsa öğretmen... Askerliğim gelinceye kadar da burada görevli olacağım. Günlerim, haftalarım, aylarım burada geçecek. Tuhaf ve garip duygular içindeyim.

Okulun dış sıvaları kireçten; yarık, çatlak… Kimi yerleri de dökülmüş. Altından kerpiçleri görünüyor. Taştan yapılmış merdivenlerini çıkıyorum. Okul kapısı açık… Tam salona adım attığım sırada karşılaşıyoruz onunla. Fikri Öğretmen olmalı.

“Merhaba! Ben yeni öğretmen Muzaffer Gündoğar.”

“Merhaba,” diyor. “Ben de okul müdürü Fikri Çelikok. Hoş geldiniz!”

“Hoş bulduk. Memnun oldum tanıştığımıza.”

“Ben de...” diyor.

İlköğretim Müdürlüğünden getirdiğim göreve başlama yazımı veriyorum kendisine. Kayıtsız bir tavırla zarfı açıp,  okuduktan sonra:

“Demek bundan böyle birlikte çalışacağız.”

“Evet” diyorum.           (SÜRECEK)