Ellili yılların ortaları.

Köylü köyünde, evli evinde.

Nebi ağabeyim askerden yeni gelmiş. Cebinde değerli bir diploma. Kimselerde olmayan.

Şoförlük karinesi, ehliyet.

Ehliyet var da araba yok.

Küre köyünün bir kilometre ötesinden, Küre belinden, şoseden kamyonlar geçiyor vızır vızır.

Nebi ağabeyimin yüreğinin yağı eriyor. Babamın gözüne bakıyor. Babam, gözlerini kaçırıyor.

Alaca'nın Kürkçü köyünde arazimiz var. Babadan dededen kalma. Köyümüzden 40-50 km uzaklıkta. Kağnılarla gidilip geliniyor ırgatlığa, harmana. Ben o yıllar beşikten bakıyorum yaşananlara. Kağnının üstünde beşikte yapmışım son hasat harman yolculuğunu.

O yıl satmış tarlaları babam. Çağırmış Nebi ağabeyimi:

-Oğlum, bundan sonra kese senin. Evin reisi sensin.

Kamyon almış o para ile ağabeyim.

İş, Ankara'da.

Ver elini Ankara.

Gecekondulaşma dönemi. Ankara'ya gelen, bir gecekondu konduruyor geceye sığınıp. Kamyonlar kum, briket, taş taşıyor vızır vızır.

Nebi ağabeyim paraya para demiyor.

Köyü de unutmuyor.

İlkokula başladığım yıllardı. Ankara'dan ağır bir armağanla geldi Nebi ağabeyim.

O da ne?

Bir Isparta halısı.

Halının üstünde aslan.

Serecek yer bulamadı anam.

Yere sermeye kıyamadı.

Kendi elleriyle dokuduğu Türkmen kilimini indirdi, aslanlı halıyı astı odanın duvarına.

Hz. Ali, Allah'ın aslanı değil miydi?

Anam, miting alanlarında elinde seccade ile dolaşanları görseydi, sağ elinin parmaklarını yumar, işaret parmağını alt dudağının üstüne kor:

"Gız anam, onun yeri ora mı? " derdi.

Öyle derdi.

8 Nisan 2023