Kutu içinde kutu deyince ne anlıyoruz? Bir gözüken kutu var. O kutunun içinde bir kutu daha var. Biz o kutuyu ne görebiliyoruz. Ne de gösterme niyetleri var. Buna “oyun içinde oyun” var diyerek de ifade edebiliriz. İktidar var olduğu günden beri, hep oyun içinde oyun kurdu. Ya da bize hep dışarıdaki kutuyu gösterdiler, içerideki kutu sır.

Tek adam 4 Mayıs 2007’de Dolmabahçe’de Genelkurmay Başkanı Yaşar Büyükanıt’la görüştü. Halka açıklama yapılmadı. Büyükanıt; “Sırlarımla mezara gideceğim” dedi ve gitti.

Sonrasını yaşayarak gördük. İyi şeyler olmadı. TBMM işlevsiz hale geldi. Tek adam rejimi hakim oldu. Cemaat ve tarikatlar ülke yönetiminde söz sahibi oldu. Hasılı cumhuriyet erozyona uğradı.

Halk iktidar partisini ikinci parti yaptı. Fakat yine ülke AKP zihniyetinden kurtulamıyor. Resmi enflasyon yüzde yetmiş beşlerde gezerken, halk pahalılık ve yoksulluk cenderesinde, cehennem kazanında kaynatılıyor, nefes bile alamıyor.

Tek adam, dünya lideri! Her kimle basına kapalı görüşme yaptıysa, arkasından hiç iyi bir şey yaşamadı bu ülke. Örneğin Sayın Özgür Özel’le basına kapalı görüşme yapıldı. Topluma “yumuşama, normalleşme” mesajları verildi. Arkasından Kobani Davasında ceza yağdırıldı. Kayyumlar peş peşe gelmeye başladı. Ne güzel normalleşme, yumuşama değil mi!?

Anayasa Mahkemesi; “Ülke 6 yıldır kanunsuz yönetiliyor” dedi. Buradan ötesi bize; “Buyurun buradan yakın” demek düşüyor.

Tek adamın Tuğrul Türkeş, Süleyman Soylu ve Numan Kurtulmuş ile yaşadığı polemiklere ve sonrasına fazla girmeyeceğim. Örneğin Kurtulmuş; “Harun gibi geldiniz, Karun oldunuz” demişti. Şimdi bunlar unutuldu.

Güncele gelirsek Devlet Bahçeli’nin tek adam hakkında dediklerine bakalım; “R. T. Erdoğan elinde bir fırsat varken nereye kadar gidiyorsa gitsin. Sonunda bir yerde duracak. Çünkü o gün korku panik içinde olacak. Ben ne yapıyorum? Her şey bana yöneliyor, benden hesap soracaklar korkusuyla yaşayacaktır…İktidar olduğumuzda Erdoğan’ın yedi sülalesinden hesap soracağım” dedikten sonra 180 derece bir dönüşle; “Cumhurbaşkanımız Erdoğan’a diyorum, ayrılamazsın, Türk Milletini yalnız bırakamazsın…Yeni yüzyılın kurtarıcı lideri” diyerek feryat figan eylemiştir.

Yine aynı milliyetçi kumaştan dokuma Sinan Oğan, cumhurbaşkanlığı seçiminde R.T. Erdoğan’a kazandırmak üzere, rolünü sonuna kadar oynadıktan sonra, soluğu AKP’de almıştır.

Meral Akşener’e gelince doğrusu son durumuna şaşırmıyorum. Çünkü 6’lı Masa içinde iken defalarca bugünün işaret fişeğini patlatmıştı. Masayı tekmeleyip gittiğinde bunu daha da açığa çıkarmıştı.

Aslında şu an toplumsal algı şudur; “Hanımefendiyi masaya oturtan da, kaldıran da aynı mübarek kişidir!” nihayet anlayabildik. Tiyatro da, senaryo da oyuncular da kusursuz. Bu yaşadığımız günlerin kaderi nasıl çizilmiş anlayabildik mi?

Meral Akşener; “Sayın Erdoğan asıl ahlak yoksunu kimdir? Biliyor musun? Gerçek olmadığını bile bile bir kişiye iftira atan ve bu iftiraları yaymak için karanlık odalarda trol besleyendir. Asıl ahlak yoksunu sarayına yılda 3 milyar lira masraf ederken şehit ve gazilere sadece 18 milyon lira bütçe ayırandır. Sen bize ahlak konusunda ahkam kesemezsin, senin kendine hayrın yok. Elinde patlak ampulle aklınca güneşi aydınlatmaya çalışıyorsun.” diyordu.

Şimdi o da sarayın kapısında. Artık saklamaya gerek yok, açıktan yeni roller istiyor. Halka açıklanmayan toplantılar yapıyor. Oldum olası bu halka kapalı görüşmelerden nem kapmışımdır. Belli ki halkın geleceği için yeni oyunlar oynanıyor.

Kutuyu gördük de, kutunun içindeki kutu ne ola ki?