Dünya ne garip! Bir yanda cunta ilan edilmiş, 6.filoya namaz duranları görmezden geliyor, tüm vahşetiyle devrimcileri kırımdan geçiriyor. Diğer yanda insanlar günlük işlerine dalmış cunta var mı yok mu, aldırmaz görünerek işinde gücünde, çalışıyor, didiniyor. Gazeteler şu dağda şu kadar anarşist görüldü haberleriyle çıkıyor. Köylü tarla tapan işleriyle meşgul, kim ölmüş, kim kalmış, devrimciler emekçi işçi ve köylülük için mi can veriyor, yoksa ulaşamayacakları bir hayalin peşinde mi koşuyor farkında bile değil! Sattıkları ürün üstlerini başlarını yenilemeye bile yetmeyen köylü devrimcilerin ülkenin bağımlılık zincirini koparmak üzere yola çıktıklarının bilincinde hiç değil! Anamalcı düzen işçisiyle, köylüsüyle, memuruyla, öğretmeniyle tüm emekçileri dişlilerinin arasında un ufak ediyor. Bu hep böyle mi sürer, bukağından nasıl kurtuluruz? Yoksa bu uğraş içinde yoğrulup yaşlanacak mıyız? Kim bilir kaç insan erken ölecek? Doğacak çocuklar da bu endişelerle mi büyüyecek yoksa daha sorunsuz bir ortamda mı yaşayacak?                      

Metal boruyu elime alarak yeniden yola koyuldum. Kulaklarım en ufak çıtırtıya duyarlı, elimde metal boru bir sağa bir sola bakarak, kalbim küt küt vurarak toprak yolda ilerliyorum. Her çalının arkasından kurt çıkacağı korkusuyla pür dikkat yürüyorum. Kurt korkusu neredeyse aklımı başımdan alacak. Karşıma çıkarsa veya beklemediğim bir yönden üstüme atlarsa ne yapacağımı bilmiyorum. Bu metal boru beni koruyabilecek mi? Bu ormanlık alandan geçmek düşüncemi durdurmaya, tüylerimi diken diken etmeye, yalnızca kurt hırıltısına odaklanmama yetiyor. “Off yeter oğlum, bırak korkuyu!” diye kendime cesaret veriyorum ama kurt korkusu geçecek gibi değil.

Arada bir duyduğum orman kuşlarının sesi biraz olsun rahatlatıyor. Yalnızlığımı hafifletiyor. Hele bir göğsü mavi, kanatlarının altı beyaz, üstü kurşuni gri kuş var ki uzun süredir beni izliyor. Arkamda üç beş metre uçup yola konuyor, dönüp bakıyorum kaçmıyor, bir tür oyun oynuyor benimle. Benim de hoşuma gitmiyor değil bu oyun. Cebime bir avuç kırık leblebi veya kavurga koysaydım hem kendim atıştırır hem bu kuşun yemesi için yola serpiştirirdim. Bir canlının vurulma, av korkusu olmadan insanla yakınlaşması ne güzel. Kuş bir süre daha oyuna devam ettikten sonra ağaçların üstünde kurşuni bir ışıltı olarak yükseldi, giderek ufacık bir noktaya dönüştü ve kayboldu. Geri dönmedi. Geri dönseydin ya kuş, yalnız yolculuğuma ne güzel bir yol arkadaşı olmuştun!

Bu oyun insanda doğayla bütünleştiği, doğanın bir parçası olduğu hissi uyandırıyor. Canlı doğanın etiyle, kemiğiyle diğer canlı türler gibi bir türü; düşünme, algılama ve yorumlama yeteneklerimizle diğerlerinden farklılaşmış küçük bir parçası olduğumuzu duyumsuyorum.

Uzaktan köy göründü. Eh, bu gün de kazasız belasız ulaştım sayılır köye.

_  _  _

İki hafta çabuk geçti. Öğrencilerim, derslik olarak kullandığım geniş kerpiç odanın tertip düzeni, ders defterim, programlar, derslere hazırlık derken beklemediğim kadar çabuk geçti. Arkadaşlarımla sözleştiğimiz gibi ilçede buluşmak üzere ikinci cumartesi sabah yola çıktım. Bu kez yalnız değilim, karşı komşum Mahmut da benimle beraber geliyor ilçeye, oradan Ankara’ya çalışmaya gidecek. Elimde bir sopa veya gelirken bahçe çitleri arasında bulduğum metal boru yok. Yüküm de yok. Elimdeki çantada yalnızca ilçenin handan farkı olmayan tek otelinde yatarken giyip uyuyacağım pijamam var. Artık handa kalmıyorum, bir gece çantam kurcalanıp eşyalarım çalındığından beri gece ücreti birkaç lira fazla olan hanımsı, otelimsi yerde kalıyorum. Daha lüksü yok.

Mahmut’la yolculuk keyifli. Köyde olup bitenleri arka arkaya sıralıyor, bana konuşma fırsatı tanımıyor; kim kimle içli dışlı, kim kimle iyi konuşuyor veya konuşmuyor, kim kimle dargın, anlattıkça anlatıyor. Mahmut sazı aldı eline, bırakmıyor. Adı geçen insanların çoğu öğrencilerimin velileri, tanımadığım adlar da var. Mahmut’un tek kızı ikinci sınıf öğrencim. Akıllı kız, çabuk kavrıyor anlatılanları. Matematiğe de çok ilgili. İlkokulu bitirince kızını okutmak için Ankara’ya taşınacağını söylüyor Mahmut, baharda ve yazda Ankara’nın amelesi, kışta köyün boşta gezeri. Kafasına şimdiden doktor olmayı koymuş Hatice. Nedenini sorduğumda “Köyde çok hasta var, doktora gidemiyor, ben onları iyileştireceğim” diyor. Bunu, gözlerinin içi gülerek nasıl içten söylüyor, bilemezsiniz. Mahmut çok umutlu kızının doktor olacağından. Ne güzel bir hayal kurmuşlar baba kız. Umarım hayalleri gerçek olur.

(SÜRECEK)