Çorum’dan çıkıp Ankara’ya doğru yol alırken, Koparan boğazını geçtikten sonra solunuzda Alacahöyük’teki kazı çalışmalarında bulunan geyik heykelinin eşit oranda büyütülüp iki metrelik kaide üzerine yerleştirildiği yol ayrımına geleceksiniz.

Gelip geçenler araçlarının camından ilgiyle bakar yontuya, ancak nasıl bir ilgisizliktir ki yedi kilometrelik yolu aşıp Alacahöyük’ü, bir açık hava müzesi görünümündeki kalıntıları ve müzeyi gezmek akıllarına gelmez çoğunun. Yola Hitit Yolu adı verilmiştir çünkü bütün yöre Hititlerin inanç başkenti olarak bilinen Alacahöyük ve çevresine çıkar. Yörede dağ taş Hitit kalıntılarıyla doludur.

Bu ayrımda sola dönüp 7 km ilerdeki Alacahöyük’e yol alırken sol tarafınızda, yolla birleşmiş konumdaki Narlık köyünü, karşısında Küçük Keşlik köyünü göreceksiniz. Küçük Keşlik köyünün biraz ilerisinde, Sungurlu yönünde, asfalta bakan, asfaltın köy ile gömütlüğü ayırdığı Karakaya köyü yerleşiktir.

Çocukluğumda Rıza dedem Rıza Aydoğan’la (Şadala) çok gittim Küçük Keşlik ve Karakaya köylerine. Dedem bir katır kadar sağlam eşeğine semerini vurur, üstüne bağdaş kurar gibi oturur, yaşamını yitirinceye dek bırakmadığı piposunu altın renkli kaçak tütünüyle doldurur, tütünü küçük bir çay kaşığı uzunluğundaki lav taşına benzettiğim ucu yuvarlak taşla sıkı sıkıya bastırır ve o ünlü muhtar çakmağıyla ateşler, yol boyunca tüttüre tüttüre giderdi.

Yeri gelmişken belirteyim: dedemin kaçak yaş tütününü evimizin arkasındaki harmanda ben kurutur, küçük bez keseler içinde piposunda içmeye ben hazırlardım. Ben arkalarından yaya. Çok yorulurdum elbette. Dedem insafa gelip beni de terkisine hiç almadı. Çok yorulduğumu bağırınca, Karamahmut’a geri dönmemi söylerdi. Elbette yalnız başıma geri dönemeyeceğimi biliyordu. Karakaya’da ziyaret edeceğimiz evin önüne dek inmezdi eşeğinden. Konuk olduğumuz akrabanın çocuklarıyla ceviz ağaçlarının altında oyunlar oynadığımı anımsıyorum.

Karakaya ’71 cuntasının Diyarbakır zindanında katlettiği unutulmaz devrimci İbrahim Kaypakkaya’nın köyüdür. Köylünün toprak düzenini ve çıkış yollarını en iyi tahlil eden kuramsal yazısıyla unutulmaz bir eser yaratmıştır genç yaşında. Kaypakkaya yolun karşısındaki yamaçta yerleşik gömütlükten köyünü, gelip geçen araçları seyreder, bir gün bu toprakların özgür olacağı, insanlarının eşit koşullarda, demokrasiyle yaşayacağı günler göreceğini anlatır.

Ankara – Çorum, Samsun hızlı tren hattı çalışmaları yürütülüyor bir süredir. Umarım kısa zamanda tamamlanır ve ulaşım rahatlar da karayoluyla ulaşıma harcanan petrol ve zaman kaybı aza indirgenir.

İşte bu hızlı tren hattının yapımı için kullanılabilecek dolgu maddesi olacak kaya ve çakıl taşlarının sağlanması için Karakaya’nın sırtını dayadığı kayalık alanda taş ocağı açılmak isteniyor. Bu taşlık alanın yola çok yakın olduğu için seçilmiş olduğunu düşünüyorum. Çevrede başka taşlık alan kalmamış gibi köyü sıkıntıya sokacak, yıllarca toza ve dinamit gürültüsüne maruz bırakacak ve bu nedenle göçe göçe neredeyse birçok evin insansız kaldığı köyün kapısına kilit vurulacak. Bu toz ve gürültü içinde yaşamanın olanaksızlığını gören köylü taşocağı açılmasına karşı bir mücadele sürdürüyor.

Maden çıkarma uğruna ABD ve Kanada şirketlerine hoyratça sunulan dağlarımız, sökülen zeytin ağaçlarımız, kurutulan derelerimiz ve göllerimiz oldu. Akbelen, İkizce, Kazdağları acı örnekler. Nükleer antralları hiç saymıyorum; en büyük tehlikeyi, bölgeye ve ülkeye büyük yıkım yapabileceğini yazmaya bile gerek yok. Şimdi de taş ocaklarıyla köylerimiz insansızlaştırılmaya çalışılıyor ve yetkililerimiz buna bile bile izin veriyor. Çok yazık oluyor ülkeme ve torunlarımın geleceğine.

Yalnızca Karakaya’lı yurttaşlar etkilenmiyor, neredeyse Karakaya ile bitişik konumdaki K. Keşlik ve karşıdaki Narlık köyleri de aynı oranda etkilenecek, tüm yöreyi kaplayacak toz yağmuru bölgede yapılan tarımı ve bahçe üretimini durduracak düzeyde çevre kirliliğine neden olacak. Üç köyün üçünde de tarımla uğraşan köylüleri göçe zorlayacak bu proje derhal durdurulmalı, köylü üretimden uzaklaştırılmamalıdır. Araçla yol boyu giderken pek çok taşlık alan görülür. Bu alanların kullanılması, köylüye verilecek rahatsızlığın kaldırılması düşünülemez mi? Elbette düşünülebilir ancak her şirket maliyeti düşürecek yollar arar, insan ögesini unutur. Kullanacağı ham maddeyi en ucuza veya bedava elde etmeyi tasarlar. Çünkü şirketlerin önceliği insan değil, kazançtır. İşte, içinde yaşadığımız yeni/yarı sömürge sisteminin bu insana uzak anlayışı ülkeyi ve insanlarımızı yok ediyor, göçe zorluyor.

Bu nedenle taş ocağı açmasına izin verilen şirketi protesto mitingleri yapılıyor, köylü sesini duyurmaya, yetkililerin sorunlarıyla ilgilerini çekmeye çalışıyor.

Bu çığlığı bir duyan olsun istiyoruz.

Sami Aydoûan Fot