Bazen bir belgeselin içinden öyle bir sahne çıkar ki, insanı derin bir sessizliğe çağırır.

Geçenlerde izlediğim o belgeselde, Anadolu’nun bir köşesinde yaşayan Turgut Efendi’nin hikâyesi işte böyle geldi oturdu kalbimin orta yerine.

Kapısının önünde, şapkasıyla, mütevazı bir tabureye yaslanmış oturuyordu.

Sakin, vakur, sesi tok…

Yılların ve sabrın yoğurduğu bir Anadolu adamı.

Bir gün kapısına bir makam aracı yanaşıyor. İçinden vali muavini, kaymakam ve tuğgeneral iniyor.

Devletin ciddiyeti, devletin temsilcileri… Hepsi Turgut Efendi’nin kapısında.

Turgut Efendi hemen ayağa kalkıyor, yer gösteriyor; kendisi yine karşıdaki taburesine oturuyor.

Vali muavini nazik bir sesle konuşuyor:

“Turgut amca, seni ziyarete geldik.”

O ise her zamanki tevazusuyla:

“Devletin işi çok. Haber verseydiniz, ben gelirdim.”

Ardından acı ama onurlu gerçek hatırlatılıyor:

“Dokuz ay evvel evladını kaybettin. Şehit babasısın.”

Turgut Efendi başını hafifçe eğiyor, sesi titrese de teslimiyetinden bir şey kaybetmiyor:

“Vatan sağ olsun… Ne yapalım, şehit babasıyız.”

Yetkililer devam ediyor:

“Şehit maaşını da çekmemişsin.”

Ve orada, o küçük köy avlusunda büyük bir söz yankılanıyor:

“Devletin paraya ihtiyacı var. Bizim 850 liramız var, bize yetiyor.”

Bu söz…

Aslında bir insanın sözü değil; bir milletin asaletinin özetidir.

Devlet, milletin temiz yüreğine muhtaçtır.

Siyaset bazen gürültülü olabilir, zaman zaman gölgeler uzayabilir, bazen yanlış anlaşılmalar olur…

Ama bir hakikat hiç değişmez:

Devlet, milletin duasıyla ayakta durur.

Milletin duası ise tertemiz kalplerde yaşar.

Dinin dilinde buna “sadakat”, “emanet”, “helal” derler.

Siyasetin dilinde “dürüstlük”, “sorumluluk”, “devlet ciddiyeti”…

Hangi dilden bakarsak bakalım, devlet-millet ilişkisinin özü aynıdır:

Devletin vakarını, insanın vicdanı taşır.

Ve Turgut Efendi’nin taburesi, işte bu vakarın hatırlatıcısıdır.

Devleti terörün gölgesiyle anmak, bu millete ağır gelir.

Sert suçlamalar yapmaya gerek yok; kimseyi hedef göstermeye de…

Ama şunu bilmek gerekir:

Terör, insanın kalbine korku koyar;

Devlet ise insanın kalbine güven koyar.

Bu iki kelime yan yana geldiğinde, en çok yaralanan yine bu millet olur.

Bu nedenle, devletin dili de, siyasetin dili de, insanın dili gibi temiz kalmalı.

Yanlış anlaşılacak yakınlıklardan, gölge düşürecek sözlerden kaçınmalı.

Çünkü bu ülkenin en temiz duası, Anadolu’nun köşelerinde, bir taburenin üstünde oturan insanlardadır.

Bu ülkede Turgut Efendiler varken…

– Milletin hakkına göz dikmek yakışmaz.

– Yetimin rızkı üzerinden hesap yapmak yakışmaz.

– Devletin adını yanlış gölgelere bulaştırmak da yakışmaz.

Devleti ayakta tutan şey rütbeler değil;

şehit babasının “Vatan sağ olsun” diyebilen yüreğidir.

Belgeseldeki o birkaç dakika, bugünün Türkiye’sine yumuşak bir öğüt gibi duruyor:

Devletin büyüklüğü, milletine ne kadar yakın durduğuyla ölçülür; milletin duası ise devletin en büyük zırhıdır.

Ve bazen, bütün devlet aklı bir tabureye sığar:

Üzerinde oturan adamın helalinden yana olan duruşuna…

Sevgiyle Kalın..