“O kadar zaman önceydi ki zaman diye bir şey yoktu. İnsanlar güneş doğup batıncaya kadar bugünü yaşıyorlardı. Hem de bir daha hiç olmayacakmış gibi dolu ve anlamlı. Derken, adına “zaman” dediği üç parçalı bir şey icat etti ve bunun bir parçasına “dün” dedi, diğer parçasına “bugün”, öteki parçasına da “yarın”.

Sonra fesat karıştı zamana. Ve insan bugünü unuttu. Dünü düşünüp pişman oldu, yarını düşünüp telaşlandı; ama işin ilginç tarafı tüm telaş ve pişmanlıkları güneş doğup batıncaya kadar yaşadı. Farkında olmadan rezil etti gününü.

Oysa yarın, bugüne dün diyor, dünde bu gün için yarın diyordu. Bir türlü beceremedi; bir eliyle yarına, diğer eliyle düne yapıştı. Bugünü eline yüzüne bulaştırdı... Mutsuz oldu insan. Ve ne gariptir ki yarının telaşını da, dünün pişmanlığını da hep bugün yaşadı; ama bugünü hiç yaşayamadı.”

Can DÜNDAR’ın yukarıdaki sözlerine hak vermemek elde değil. Gerçekten de öyle; tüm yaşantımız ya dünün pişmanlıklarıyla, ya da yarının telaşıyla geçmiyor mu? Hangimiz ya da kaçımız bugünün bir daha yaşanamayacağının farkında? Ve kaçımız şu anda sahip olduklarının değerini bilip onları yaşayabiliyor?

Sıra bugünkü öykümüzde:

Meksikalı bir balıkçı, kayığındaki balıkları sırtına alıp giderken oradan geçen Amerikalı bir iş adamının dikkatini çeker. Balıklar iri ve çok tazedir. Amerikalı merak edip balıkları ne kadar zamanda yakaladığını sorunca, balıkçı kısa zamanda yakaladığını söyler.

Amerikalı iş adamı bu kez de niçin daha fazla kalıp, daha çok balık yakalamadığını sorunca; “Bu kadarı aileme yetiyor. Geri kalan zamanda eşim ve çocuklarımla ilgileniyorum; akşam da arkadaşlarla güzel vakit geçiriyoruz.” yanıtını alır.

Amerikalı için bu tür bir hayat pek doyurucu değildir. Bu nedenle de; “Bak delikanlı, ben Harvard mezunuyum ve sana bu sıkıcı hayattan kurtulman için yol gösterebilirim. Önce daha fazla balık tutmalısın. Böylece ailenden artanı satıp daha fazla para kazanabilirsin. Sonra da bununla bir tekne alıp daha çok balık tutup daha çok kazanırsın. Zamanla bir balıkçı filon bile olur.” diye kendince yol gösterir.

Balıkçı burada araya girerek; “İyi de senyör, ben bunları niçin yapacağım?” diye sorunca da devam eder: “Sonra yakaladığın balıkları işlemek için büyük bir kente taşınıp kendine konserve tesisi kurarsın. Böylece çok zengin olup milyonlarca dolara sahip olursun.”

Balıkçı yine araya girip merakla sorar: “Peki senyör, ya sonra?”

Amerikalı hararetle devam eder: “Bu kadar paran olduktan sonra çalışmana hiç gerek kalmaz. Kendini emekliye ayırıp bir sahil kasabasına yerleşip kafanı dinlersin. Sabah geç saatlere kadar uyursun. Sonra da biraz balık tutup boş vakitlerini eşin ve çocuklarına ayırırsın.  Akşam olunca da arkadaşlarınla bir araya gelerek yiyip içip eğlenirsin.”

Balıkçı, bunun üzerine Amerikalının gözlerinin içine bakarak söze noktayı koyar: “İyi de senyör, ben bunları şu anda zaten yapıyorum!”

Ne mutlu, yarın sahip olmayı hayal ettiklerine zaten sahip olduğunun farkında olup onlarla yaşamayı becerebilenlere…

Ve ne mutlu bugünü yaşayabilenlere…

DÜŞÜNEN SÖZLER:

·       Allah bütün insanları mutlu olmaları için yaratmıştır, eğer mutsuzlarsa kendi hataları yüzündendir. Epiktetos

·       Bir mutluluk kapısı kapandığında diğeri açılır. Ancak biz kapanan kapıya o kadar uzun bakarız ki, bizim için açılmış bulunan yeni kapıyı görmeyiz. Helen Keller

·       Hırs ile mutluluk, birbirlerini hiç görmezler. Benjamin Franklin

·       Her insan mutlu olamaz. Çünkü gereğinden fazla özler dünü, hak ettiğinden fazla düşünür yarını. Ve hiç hak etmediği kadar bilinçsizce yaşar bugünü. TOLSTOY

·       Birçok insan mutluluğu, burnunun üstünde unuttuğu gözlük gibi etrafta arar. Ni-etzsche

·       Birçok insan, mutlu olduğunu bilmediği için mutsuzdur. Dostoyevski

·       Mutlu olmayı yarına bırakmak, karşıya geçmek için nehrin durmasını beklemeye benzer ve bilirsin ki o nehir asla durmaz.

·       At, şarkı söyleyemediği zaman değil, koşamadığı zaman mutsuzdur. Epiktetus