Sizler de zaman zaman çocukluk günlerine gider misiniz?

Ben gidiyorum.

Gidiyorum, geliyorum...

Şimdi yerinde yeller esen köydeki evimize gidiyorum.

Avlunun kanatlı kapısına yakın yerde tavuk kümesimiz (pindik) vardı. Annemin gözüne bakardı onca piliç, horoz, tavuk...

Kışlasında çevre temizliğine çıkan askerler gibi çıkarlardı kümesten avluya.

Tavukların yumurtasını yerdik, horozların (bir iki horoz) dokunulmazlığı vardı. Niyetlerimiz farklı olsa da horozların, bizim; hepimizin gözü piliçlerdeydi.

Piliçler hangimizin yakınına gelse:

"Yerim seni!" diyorduk.

Horozlar da öyle. Hangi piliç, hangi horozun yanına yaklaşsa:

"Yerim seni!" diyordu.

Horoz, babasından, o da büyük babasından duymuş öyküyü.

Öküzler avludaki tuz taşında kaya tuzu yalarken, düve de koca sarı öküzün yakınında tuz yalama sırasına girmiş. Bir tuzu yalıyor koca sarı öküz, bir düveye bakıyor. Sahibine diyor ki:

"Benim işim bitik, ölümüm yakın. Ben ölünce derimi yüzeceksin nasıl olsa. Kokmasın diye tuzlayacaksın. Kıllarımı temizlemek için kireçleyeceksin. Derimi kesip biçmeden önce şu düvenin üstüne bir at, ne olur!"

O gün bu gün koca sarı öküze öykünen horozların da gözü piliçlerin üzerinde olmuş.

Bizim avluda da öyle.

Piliçler büyüdükçe hem horozların hem bizim gözümüz üstlerinde.

Birini olsun kesip yedirmezdi annem.

-Anne, ocak ateşinde bir piliç kızartsan da yesek!

-Olmaz çocuğum, bakarsın bir konuğumuz gelir.

Konuğumuz gelirdi.

Çok geçmez yine konuğumuz gelirdi.

Yine, yine...

Piliçler azalırdı.

Horozların da canı sıkılırdı, bizim de.

Piliç, annem için hazır yemek demekti. Masada göz doldururdu tereyağlı bulgur pilavı, üstünde  bütün piliç.

Konuk ya da konuklar yer, bizler bakardık.

70'li yıllarda alıp okumuştum galiba.  Mehmet Kıyat'ın resimli şiir kitabının bir sayfasında anne yayık dövüyor, çocuk, bakıyor. Yanında şiir:

"Dövüyon dövüyon

Hiç mi yağ çıkmıyo?

Niye bana vermiyon?"

Annem, yağı, yoğurdu, sütü esirgemezdi bizden ama pilice gelince:

-I ıh!

Anlayacağınız, kümeste dünya kadar piliç vardı, bizler piliç etine hasret kalırdık.

Zamanla anladım nedenini.

Annem, ileri görüşlü, uzgörüşlü bir kadındı. Sofrada kocası Yusuf Ağa'nın şapkasının tereği kaşının üstüne düşmemeliydi. Zeynal Ağa'nın oğluydu o. Zeynal Ağa, toprak ağası değildi ama köyün ağasıydı, dedesiydi.

Annemdeki o uzgörüyü uzun zamandır devletimizi yönetenlerde ara ki bulasın.

Halkımızın hâli de bizim o çocukluk günlerimizin aynı.

Bakmak eylemi, görmek eyleminin daha da önüne geçti.

Sınır kapılarında, çarşı pazarda, lokantalarda, sahillerde, beş yıldızlı otellerde bir canlılık bir canlılık; bir kalabalık bir kalabalık! Ortalık turist kaynıyor.

Edirne'de Bulgarların alış veriş heyecanını gözlemleyen bir yurttaşımız şöyle diyor:

-Fiyatlar bizim halkımıza yüksek.

Haklı mı ne?

Bulgarlar harıl harıl alışveriş yapıyor, Edirneliler bakıyor.

Diğer sınır kentlerimizde de öyle.

Sınırdan akın akın giriyor komşu halklar. Artvinliler, Karslılar, Kilisliler bakıyor.

Kahramanmaraşlılar da öyle, Bayburtlular da öyle, Tokatlılar da öyle...

Kurban Bayramı'nda İstanbul'dan Erzurum'a gidip gelecek bilet parası bulamadıkları için kara kara düşünen Erzurumluları mı soruyorsunuz? Onlar evlerindeler. Ellerinde kumanda o kanaldan o kanala, bakıyor.

Derler ki, bakmak başka şey, görmek başka şey.

Görmedikten sonra bak dur!

Bakmak, oyalanmaktır; görmek, yaşamaktır.

Yüz yılın sonunda tersine döndü dünya.

Şair Cahit Külebi, Atatürk Oratoryosu destan şiirinde:

"Bizim gibi millet görülmemiştir." diyordu.

Şairin dediği o görülmemiş millet, gören milletti. O millet şimdi, bakan millet oldu.

Bakıyor.

Görmüyor, bakıyor.

Çağıl çağıl akan derelerin suyu çekiliyor, bakıyor.

Yabancı şirketler dağları delik deşik ediyor, milyonlarca ağaç kesiliyor, bakıyor.

Satılmadık fabrika kalmadı, bakıyor.

Tren raydan çıkıtı, bakıyor.

Ben çocukken annemin bildiği, benim göremediğim bir şey vardı, şimdi de halkın göremediği ama halkı yönetenlerin bildiği bir şey mi var acaba?

Bilemedim.

Kasabın önünde duran Milaslıya sormuşlar:

-Ne yapıyorsun?

Yanıtı ağzında hazır:

-Bakıp duru!

Milaslının yaptığı gibi milletçe bakıp duruyoruz.

"Bizim gibi millet görülmemiştir."