Ben kendimi tanıdığımda kuzeyi Yazı Çarşı meydanlığına bakan, oda tabanları bile toprak olan, yıkık dökük, kerpiç duvarlı, bahçeli bir evde kirada oturuyorduk. Evimiz Yazı Çarşı’daki şimdiki Ejderoğlu apartmanının olduğu köşe idi. Bahçesinin batısı Osmancık Caddesi, doğusu o günlerin en zengin ve hatırı sayılır kişilerinden Şükrü Hamoğlu’nun evinin bitişiği idi. “Kanatlı” dedikleri büyük kapının altı çürümüş ve benim Filoş ismindeki küçük köpeğimin girip çıkacağı kadar da delikti.

Yine gür ve coşkun selin getirdiği bir gün, sel, köprüye sığmayıp meydanlığa doldu. Babam, eve girer ve evi sel basar korkusuyla bahçeden kürek kürek toprak getirerek kapının önüne set yatığı gözlerimin önünde ve hala canlılığını koruyor.

YAZI ÇARŞI MEYDANLIĞI

Evimizin önü meydanlık demiştim ya, bu meydanlığa her sabah erkenden mahallenin sığırları birikirdi.

Sırtında deri ‘dağarcığı’, elinde topuzlu deyneği, çolak ve topal Çoban Ahmet ‘yektire yektire’ gelir, sığırların toplanmasını beklerdi. Toplanan sığırları da yaylıma götürürdü.

Biz gibi fakir ailenin birkaç çocuğu meydanlığa toplanan sığırların boklarını toplardık. Toplanan boklar evde tezek yapılırdı. Toplanan kömüş ve ineklerin içinde yalnızca Hamoğlu Şükrü Ağa’nın iki ineği ‘hoşteyn’ cinsinden cüsseli, iri memeliydi. Dışkıları da o biçim... kapıdan meydana çıktıklarında, şayet pisleyecekleri tutarsa, bok toplayan çocukların hepsi bu ineklerin yanına koşardık. Çünkü bu ineği boku bizim kovamızı dolduracak kadar çoktu. Çocuklardan kim önce görürse koşar onun kovası dolardı. Bazen de iki üç kişi aynı zamanda yerdeki bokun yanına varırdık. Ve dolayısıyla da senin benim diye itişir kakışırdık. Ellerimiz boklu olsa da aldırış etmezdik. Üzerimize pislik bulaşıp bulaşmadığına da... yeter ki Hamoğlu Şükrü Ağa’nın ineğinin bokunu kapmış olalım.

Bazen de elimizde tenekeden kova, sığırların arasında dolaşırken, Çoban Çolak Ahmet’in “Sığırları dağıtıyorsunuz” diye zılgıtını yer, ağız dolusu galizli küfrünü işitir, elindeki topuzlu deyneği bize fırlatır, kovalandığımız olurdu. Bazen de bok toplayacağız diye okula geç kaldığımız bile olurdu. Okulun zilini Elvan kalfa veya Fazlı kalfa dışarıya çıkarak çalardı. Zilin sesini işitir işitmez ellerimizdeki kovayı eve bırakır, ellerimizi de sokak çeşmesinde belibenzer yıkar, yalınayak koşarak derse yetişirdik. Yazı Çarşı’daki şimdiki Halk Eğitim Merkezi binasının yerinde Cumhuriyet ilkokulu vardı. Ve birkaç mahallenin tek okuluydu. Sonraları bu güzelim tarihi binayı yıktılar, yerine, beton yığını olan bugünkü Halk Eğitim Merkezi’ni yaptılar.       

Eski Cumhuriyet İlkokulu

(SÜRECEK)