Geriye dönüp bakınca tam 45 yıl olmuş. Ve hâlâ aynı karanlık sabaha uyanıyoruz. 12 Eylül 1980 sabahı Silahlı Kuvvetler üçüncü kez ülkenin kaderine el koydu. Diğer darbeler tarih kitaplarının sayfaları arasında yerini aldı. Fakat 12 Eylül bir türlü gitmedi, gitmiyor. Aksine, yaşamın her alanında varlığını hâlâ hissediyoruz. Yani darbe, biz istemesek de, mevcut iktidarın yaklaşımıyla kalıcı hâle geldi.

Darbeyi yapanlar, “Atatürk ilkeleri için yaptık” dediler. İroniye bakar mısınız? Bugün Atatürk’ün adını duyunca tüyleri diken diken olan, cami açılışlarında O’na lanet okuyanların iktidarıyla 12 Eylül hâlâ devam ediyor.

Peki bu iktidarın mayası nerede yoğruldu? Tabii ki 12 Eylül’de. Kısacası mevcut iktidar varlığını 12 Eylül’e borçludur. Hiçbir iktidarın, doğası gereği, kendini var eden koşullarla hesaplaşma olanağı yoktur. Gerçekten de bugünkü iktidarın darbeyle hesaplaşma gibi bir derdi olmadı; zaten bütün hesaplarını 12 Eylül anayasasıyla yapıyorlar. O hesaplar bugünkü sonucu doğurdu.

Rakamlarla Darbe:

∑ 650 bin gözaltı,

∑ 1 milyon 683 bin fişleme,

∑ 50 idam,

∑ 171 işkenceyle ölüm,

∑ 230 bin yargılama,

∑ 29 bin sürgün,

∑ 14 bin vatandaşlıktan çıkarma,

∑ Ve gazetecilere kesilen toplam 3315 yıl 6 ay hapis cezası.

Görüleceği üzere, ülke bir açık hava hapishanesine çevrilmişti.

Olayda ABD’nin rolünü unutmamak lazım. CIA’nin Türkiye şefi Paul Henze, Başkan Carter’a o meşhur raporu geçti: “Bizim çocuklar işi başardı.” Bizim çocuklar, evet! Ama biz büyüdük, o çocuklar hâlâ devletin baş köşesinde çocukluklarını yaşıyorlar!

Darbenin baş aktörü Kenan Evren, bir elinde Kuran, diğer elinde anayasa, meydan meydan dolaşıp demokrasiye ağıt yakıyordu. “Din dersi zorunlu olsun” dedi, oldu. Tarikatlara yol verdi, onlar da üzeri temizlenmiş otoyolda koşar adım bugünlere geldiler. Bugün geldiğimiz nokta o otoyolun göstergesidir. Cumhuriyeti yıktılar, fakat kendi karanlık rejimlerini oturtamamanın sancılarını yaşıyorlar. Bu çağdışı kalıplar bir türlü Türk toplumunun bünyesine uymuyor.

Erdal Eren… 17 yaşında bir gencin yaşı büyütülerek idam sehpasına gönderilmesi, 12 Eylül’ün kanlı imzasıdır. Evren’in “Asmayalım da besleyelim mi?” sözü hâlâ kulaklarımızda yankılanıyor. O söz aslında sadece Eren için değil, bütün ülke için söylenmişti, ne yazık ki.

45 yıl geçti, hâlâ o karanlıkla tam anlamıyla bir hesaplaşma olmadı. Çünkü 12 Eylül sadece bir tarih değil; bir sistem, bir zihniyet, bir “rejim modeli” oldu. Bugün hâlâ o rejimin gölgesinden kurtulamadık.

Sonuçta Türkiye, 12 Eylül’den bu yana yarım kalmış bir demokrasi, tam teşekküllü bir korku cumhuriyetine dönüştü. Ve anayasasıyla, kurumlarıyla, alışkanlıklarıyla hâlâ 12 Eylül’ün ruhu yaşamaktadır.

Bugün demokrasi isteyenlere kalan miras ise şu: Darbeyi sadece 12 Eylül 1980’de yaşamadık; darbeyi her gün, hâlâ yaşıyoruz.