Rahmetli Süleyman Demirel’i Adalet Partisi’ne genel başkan adayı olmadan önce, ön hazırlıklar yaparken tanıdım.
Adalet Gazetesi Başyazarı ve sahibi gazeteci ağabeyimiz rahmetli Turhan Dilligil’in sahibi olduğu gazeteye gelişinde gördüm.
O sıralarda ben “tırtıl” gazeteci olarak AP Kocaeli Milletvekili Süreyya Sofuoğlu’nun sahibi olduğu Son Haber adlı akşamları yayınlanan gazetesinde çalışıyordum.
Hemen sekreterinden telefonuna ulaşıp görüşmek istedim.
Sanırım bir gün sonra telefonla ilk söyleşimizi yaptık.
Çok kısaydı.
Adalet Partisi yönetiminden aldığı teklifi değerlendirdiğini ve politikaya atılmak için karar verdiğini anlattı.
Sonra AP Genel Başkanı oldu. Bu kongreyi de izledim.
Adalet Partisi’nin 1965’de iktidara geldiğinde ve Demirel’in başbakan olmasından hemen önce Son Havadis Gazetesi’ne transfer oldum.
Adalet Partisi’ni kayıtsız-şartsız destekleyen bir gazeteydi.
Tıpkı CHP’nin yayın organı Ulus gibi…
Ulus’tan farkı, Son Havadis Adana’lı zenginlerden Kemal Pekün tarafından satın alınmış ve Demirel’i kayıtsız şartsız desteklemeye ant içmiş bir yayın organıydı.
Ben mümkün olduğunca tarafsız kalmaya çalışan, demokrasiyi savunan biri olarak bu gazetede 5 yıl çalıştım.
Demirel’in hemen hemen tüm yurt gezilerine katıldım.
Benimle ilgili herhangi bir şikayeti olmadığını hatırlıyorum.
Benim daha çok gazete yönetimiyle sorunlarım oluyordu ama çözülüyordu eninde sonunda.
Demirel ve ailesinin ikamet ettiği Buğday Sokak’taki evine genellikle Pazar günleri gitmek zorundaydık gazeteciler olarak…
Demirel sık sık ve özellikle pazar günleri eşi Nazmiye hanımın kullandığı otomobille Ankara ve çevresini gezmeyi, görmeyi severdi.
Demirel hem çok okur ve hem de okuduklarından çok sevdiği fıkra, fikir, yeni buluşları anlatmayı, yeni yeni deyim ve duyuşları dile getirmekten hoşlanırdı.
Demirel’in sık sık anlattığı ve ders çıkarılacak fıkralardan biri de şuydu:
“Eski sadrazam yeni sadrazama görevi devrederken kapalı üç zarf bırakır. 
Yeni sadrazam göreve başladığında masasında zarfları ve iliştirilmiş olan notu görür. Notun üzerinde “Başın sıkışırsa birinci zarfı, biraz daha sıkışırsa ikinci zarfı, çok sıkışırsa üçüncü zarfı açarsın” yazılıdır.
İlk yıllarda işler iyi gider. Bir müddet sonra halkın yakınmaları artmaya başlar. 
İşler de kontrolden çıkmaya yüz tutunca aklına eski sadrazamın bıraktığı zarflar gelir.
Birinci zarfı açar. 
İçindeki pusulada “Yapamayacak olsan bile sürekli vaadde bulun ve senden öncekileri kötüle” yazılıdır. 
Bu yöntem sadrazamı bir süre rahatlatır ama bir süre sonra etkisini yitirir. 
Şikayetler yine gökyüzüne ulaşmaya başlayınca ikinci zarfı açmak aklına gelir.
Zarfta ”Etrafını kötüle” diye yazılıdır. 
Yaşananların kendi başarısızlığından değil, çevresindekilerin yanlışlarından kaynaklandığını anlatmaya başladığında halk önce hoş görü ile karşılar. 
Sonra başarısızları da kendisinin görevlendirdiğinin farkına varır. 
İşler yeniden sarpa sarmaya başladığında son zarfı da açma ihtiyacını duyar.
Pusulada kendisine yapılan son uyarı vardır.
“Üç zarf da sen hazırla”
Bugüne çok uygun düşen hatta “cuk” oturan bu Demirel aktarımı fıkra , acaba Cumhurbaşkanı sayın Erdoğan’a bir şeyler hatırlatır mı?
Hatırlatırsa bilin ki Erdoğan nerde durduğunu, eskiyen kadroları ile ne türlü hatalar yaptığını ve ne kadar zamanı kaldığını tahmin ediyordur.
Ama “yağdanlıkları- dalkavukları- fırdöndüleri” hariç…