Avrupa Parlamentosu (AP) Türkiye Raportörü Nacho Sánchez Amor, Ekrem İmamoğlu’nun tutuklanmasına vurgu yaparak, “Türkiye’nin AB’deki geleceği Silivri’de başlıyor” dedi.
Amor’un hazırladığı yıllık Türkiye raporu ise 7 Mayıs 2025 günü, 74’e karşı 367 milletvekilinin oyuyla Avrupa Parlamentosu’ndan geçti. 188 parlamenter çekimser kaldı.
Ve bu raporda özet olarak:
“Türkiye’nin jeopolitik ve stratejik önemine rağmen, demokratik gerileme, AB’ye üyelik sürecini kilitlemiştir” denildi.
“Türkiye hükümeti temel demokratik eksiklikleri giderememiştir” denildi.
Raporda KKTC, işgal edilmiş bir bölge olarak görülmüş, Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın KKTC’ye yaptığı ziyaret için, “işgal altındaki bölgeye yapılan yasadışı ve kışkırtıcı ziyaret” denildi.
İBB Başkanı Ekrem İmamoğlu’nun tutuklanmasına ve AİHM kararlarına rağmen, Osman Kavala ve Selahattin Demirtaş’ın hala cezaevinde tutulmasına da değinilen raporda, “Türkiye’deki demokratik standartların sürekli kötüleşmesinden ve eleştirel seslerin bastırılmasından derin endişe duymaktadır” denildi.
Ve Avrupa Parlamentosu (AP), “Türkiye ile AB arasındaki üyelik müzakerelerinin kalıcı olarak dondurulmasını” öngören bu raporu 7 Mayıs 2025 günü kabul etmiştir.
Rapora karşı Türkiye’den yükselen tepkide ise:
“Avrupa Parlamentosu (AP) Genel Kurulu tarafından kabul edilen 2023-2024 Türkiye Raporu, ülkemiz aleyhine çarpıtılmış, ön yargılı ve gerçek dışı iddialar içermektedir” denildi.
“Rapor, önyargıların ve siyasi şartlanmışlığın bir yansımasıdır” denildi.
***
Peki, AB nasıl bir kuruluştur?
AB, küresel kapitalist sistemin Avrupa kanadıdır. Küresel sistemin koruyucusu NATO’nun merkezidir. Ve burjuva devlet kültürünün doğum yeridir.
İlk olarak 1951 yılında Fransa, Almanya, Belçika, Lüksemburg, İtalya ve Hollanda’dan oluşan 6 üyeli “Avrupa Kömür ve Çelik Topluluğu” (AKÇT) olarak kuruldu.
1957’de kapsamı genişletildi. Ortak Pazar olarak da anılan Avrupa Ekonomik Topluluğu (AET) adı verildi.
1987 yılında ise hem ekonomik hem de siyasi birliğe dönüşerek “Avrupa Topluluğu” adını alan kuruluş, Sovyetler Birliği’nin dağılmasıyla 1993’te Avrupa’yı tamamen kucaklayan Avrupa Birliği (AB) adını aldı.
Ve 2013 yılında Hırvatistan’ın katılımıyla da üye devlet sayısı 28 oldu.
***
Türkiye'nin AB süreci ise bugün için adeta 66 yıllık bir serüvendir (!) olmuştur. İlk olarak 1959’da Başbakan Adnan Menderes döneminde, o günkü adıyla Avrupa Ekonomik Topluluğu'na (AET) başvuruldu.
1963’te Başbakan İsmet İnönü döneminde, “Ankara Antlaşması” imzalandı.
1987’de Başbakan Turgut Özal döneminde, “tam üyeliğe” başvuruldu.
1995’te Başbakan Tansu Çiller döneminde, “Gümrük Birliği” imzalandı.
1999’da Başbakan Bülent Ecevit döneminde, “aday ülke” olarak kabul edildi.
2005’te Başbakan Tayyip Erdoğan döneminde ise “üyelik müzakereleri” başladı.
***
AB, 1998’den bu yana “Türkiye İlerleme Raporu” yayınlamaktadır.
Bu rapor, aday ülkenin kaydettiği ilerlemelerin ve eksikliklerin yıllık olarak değerlendirildiği bir rapordur. Ve bu raporlar, aday ülkenin resmi verilerine dayanır.
Ama raporların ana omurgasını, AB anayasası sayılan ve temel kriterlerden biri olan “Kopenhang Kriterleri” oluşturur. Ki, bu kriterler AB’nin olmazsa olmaz koşullarıdır.
Ve bu kriterlerin en önemli ana maddeleri ise:
-Kuvvetler ayrılığıdır.
-Bağımsız yargıdır.
-Kısıtsız basın özgürlüğüdür.
-İzinsiz, gösteri ve yürüyüş özgürlüğüdür.
-Hukuk devleti ilkeleridir.
***
Peki, bu kriterlerde tam puan almış olsak, AB Türkiye’yi içine alır mı? Almaz.
Peki, neden?
Elbette inanç farkı, kültürel fark bir nedendir ama bu sorunun cevabını, siyasetin mizah ustası Sayın Demirel’den bir alıntıyla verelim.
Demirel Türkiye'nin AB'ye giriş koşullarını şöyle özetler:
“AB'ye girmek isteyenler bir sınava alınıyor.
Bulgaristan sınava giriyor, “Atom bombası ne zaman atıldı” diye soruyorlar. “1945” diyor. “Geçtin” deniyor.
Sonra Romanya sınava giriyor. “Atom bombası nereye atıldı” deniyor. “Japonya” diyor. “Sen de geçtin” deniyor.
Türkiye’ye sıra gelince, “Atom bombası atıldıktan sonra ölenlerin isimlerini, soyadlarını, doğum yerlerini, mesleklerini” söyle deniyor.”
Demirel’in bu mizahına, Ermeni soykırım iddiasının ve Kıbrıs sorununun AB’ye girebilmenin ön koşulu gösterilmesini de eklersek, AB’ye girmek zor hem de çok zordur.