Bugün, yaklaşık 50 kişilik bir grupla Çorum merkeze bağlı Örencik bölgesinde yer alan Simali Kalesi’ne bir yürüyüş düzenledik. İçimizde sabırsız bir enerji vardı. Ne gariptir, doğa bazen insanı daha araçtan inmeden sarmalıyor; öyle de oldu.
Ceviz ağaçlarıyla dolu patikada ilerlerken birkaç sincap gözümüzün önünden sıyrılıverdi. O an hepimizin içinde bir şey kıpırdadı. Çünkü doğa, insanın içindeki en saf çocukluğu uyandırıyor. Koşmadan, bağırmadan sadece var olarak bile iyi geldiğini hatırlatıyor.
Yürüyüşün bir kısmında yüzümüze hafifçe vuran yağmur damlaları, toprağın kokusunu yükseltti. Islanmadık, serinledik. Zihnimizde biriken o görünmez yorgunluk, sanki damlalarla birlikte aşağı süzüldü.
Bir ağacın altında nefeslenirken fark ettim: Doğada olmak sadece yürümek değil. Kalbin ritmini sakinleştirmek, düşünceleri toparlamak, gürültünün değil sessizliğin içinde kendini duymak gibiydi.
Simali Kalesi sadece manzarasıyla değil, taşıdığı tarih ile de büyüledi bizi.
48 basamağı olan eski bir dehliz, kaya mezarları, sur kalıntıları…
Her taş, bir dönemin suskun tanığı gibi duruyordu.
Yürüyüş yaparken ayağımızın değdiği her basamak, aslında geçmişin izini sürmemize izin veriyordu.
Rotamızın belki de en içten durağına vardık ardından: Ünal’ın Yeri.
Bu isim aslında bölge halkından Serdar ağabeyin kendi emeğiyle kurduğu küçük bir cennet.
Kendi arazisinin içine ahşap masalar yerleştirmiş, irili ufaklı birkaç salıncak kurmuş. Kocaman bir çay kazanı kaynıyor kenarda, yanında ince belli bardaklar hazır.
Buraya geldiğinizde bir mesire alanına değil, Serdar ağabeye misafirliğe gelmişsiniz gibi hissediyorsunuz.
Ve bu etkinliğin ev sahibi olan, Çorum Doğa Kulübü olarak hazırladığımız meyve ikramı yapıldı. Gölgede, çay kokusu eşliğinde yenilen meyvelerin tadı şehirdeki hiçbir kafede yok.
Günün içinde bir başka güzel detay daha vardı. Kulüp üyemiz Mehmet’in oğlu, küçük doğasever Çınar Alp’in 6. yaş gününü de orada kutladık. Sincapların şahitliğinde doğaya adım atan bir çocuğun doğum günü pastasını üfleyişi, bu günü bizim için daha da anlamlı kıldı. Çünkü doğa sadece yürüyenlere değil, büyüyenlere de iyi geliyor.
Programın son durağında, ardışık birkaç şelaleden oluşan ve adını bulunduğu bölgeden alan Örencik Şelalesi vardı.
O suyun sesi hâlâ kulağımda. Gözümüzü kapattığımızda suyun akışıyla birlikte içimizde bir şeyler yer değiştiriyor. Daha hafif, daha duru hissediyoruz kendimizi.
Doğaya her gidiş, küçük bir kaçış gibi görünür ama aslında büyük bir dönüşümdür.
Bedenin yürür, ruhun toparlanır.
Kaldırımların düzlüğünden, doğanın eğriliğine geçince bir şeyler düzelmeye başlar.
Simali’nin taşlarına, Örencik’in sincaplarına, Serdar ağabeyin gölgeliğine ve küçük Çınar Alp’in kahkahalarına teşekkür ederek günü tamamladık.
Bir sonraki yürüyüşte belki sen de aramızda olursun.
Çünkü bu topraklar, sadece basılıp geçilecek yerler değil; dokunulup hissedilecek yerdir.
Ve doğa, seni beklerken hiç acele etmez. Ama bir kez sararsa, bırakmaz.