Ülkemizde 1921 yılından itibaren küçük toplantılarla, 1975’ten itibaren kitlesel olarak kutlanmış, 12 Eylül darbesiyle yasaklanmış, ama 90’lı yıllardan itibaren daha geniş katılımlarla kutlanır olmuştur.

-İslami kimliğin, kadının başörtüsüyle okunduğu…

-İdeolojik kimliğin, kadının kılık kıyafetiyle sorgulandığı…

-Özellikle namusun, kadının cinselliğiyle tanımlandığı…

Yani kimliklerin böyle okunup böyle sorgulandığı ülkemizde, emeğin de ötesinde bir demokrasi kavgasına dönüşen “Dünya Kadınlar Günü”, ABD’li kadın emekçilerin verdiği kanlı bir kavgayla doğmuştu.

* * *

Onlar, ABD’nin New York kentinde bir tekstil fabrikasında çalışan 40 bin kadın emekçiydi.

Ve onlar:

-Günde 16 saat çalışmaya “hayır” demişlerdi.

-Düşük ücrete “hayır” demişlerdi.

-İnsanlık dışı çalışma koşullarına “yeter artık” demişlerdi.

Ve bu 40 bin dokuma işçisi kadın, 8 Mart 1857 günü, haklarını alabilmek için “grev” başlatmıştı.

Ve de bu grev, kadınların erkeklerle eşit haklara sahip olmak yolunda verdikleri savaşın ilk günü olmuştu.

Talepleri daha iyi çalışma koşullarıdır, 10 saatlik işgünüdür, eşit işe eşit ücrettir.

Ama polis şiddet kullanır. Fabrika işçiler üzerine kilitlenir. Fabrika önüne büyük bir barikat kurulur. Özellikle bu hareketin susturulması istenir.

Ve fabrika ateşe verilir, işçiler dışarı çıkamaz, çıkabilenler de barikatları aşamaz, 120 kadın işçi yanarak can verir, binlerce kadın yaralanır.

Adeta bilerek ve de sanki isteyerek büyük bir katliam yaşanır.

Elbette bu kanlı olay, büyük bir infial yaratmıştır. Cenaze törenlerine 10 binlerce kişi katılmış, büyük bir işçi dayanışması doğmuştur.

ABD kentlerinde yayılan protesto eylemleri, Avrupa’dan Yeni Zelanda’ya kadar destek veren işçi eylemleri, o günlere damgasını vurmuştur.

Ve bu katliam, “Dünya Kadınlar Günü”nün doğum günü olmuştur.

* * *

Ve de Clara Zetkin (1857 - 1933)…

Almanya Sosyal Demokrat Parti (SDP) önderlerinden... Devrimci, sosyalist ve aktif bir kadın hakları savunucusu… Kadın emekçiler için verilen mücadelede boyun eğmeyen bir kimlik…

İşte bu kimlik, 1910 yılında Danimarka’nın Kopenhag kentinde düzenlenen “Uluslararası Sosyalist Kadınlar Konferansı”nda bu katliamı gündeme getirir.

8 Mart 1857 günü tekstil fabrikası yangınında ölen kadın işçiler anısına, 8 Mart’ın “Dünya Kadınlar Günü” olarak anılmasını önerir.

Öneri oybirliğiyle kabul edilir.

1921’de Moskova’da düzenlenen toplantıda ise 8 Mart, bir kez daha “Dünya Kadınlar Günü” olarak ilan edilir.

Ve de 16 Aralık 1977 günü, Birleşmiş Milletler Genel Kurulu’nda 8 Mart “Dünya Kadınlar Günü” olarak kabul edilir.

* * *

Ve de ülkemizde:

-Hastane duvarlarında “sus” işareti yapan kadın…

-Adalet terazisini elinde tutan kadın…

Kadına duyulan bir saygının mı, kadına duyulan bir güvenin mi, ya da annelik yüreğine duyulan bir ayrıcalığın mı ifadesidir? Bilemiyoruz…

Ama ülkemizde her 8 Mart’ta kadın emekçilerin yükselen sesi, başka alanları da içine çeker olmuştur.

Çünkü 98 yıllık süre içinde demokratik yapısını oluşturamamış, bir hukuk devletini inşa edememiş ülkemizde emek kavgasının alanı, haklı olarak genişlemiştir.

Nitekim:

-Emek için verilen kavga, hayatın her alanında kadın haklarına evrilir…

-Emek için verilen kavga, kadına şiddete karşı bir kavgaya dönüşür…

-Emek için verilen kavga, kadına taciz ve tecavüze karşı bir duruş olmuştur.

Ve de:

-Emek için verilen kavga, çocuk işçiliğine karşı bir oluşa…

-Emek için verilen kavga, çocuk yaşta evliliğe karşı bir koyuşa…

-Emek için verilen kavga, cinsiyet ayrımcılığına karşı bir duruşa…

Özet olarak ülkemizde, kadınlarımızın emek için verdikleri kavga, hem emek hem de bir demokrasi kavgasına dönüşür olmuştur.

8 Mart, tüm kadınlarımıza kutlu olsun.