Yağmur “bereket” elbette…

İnsanlığın korkulu rüyası “küresel iklim değişikliği” ve Anadolu’nun Çorum’u da kapsayan orta bölümündeki ileri boyutta kuraklık tehdidi karşısında, kış boyu beklenen yağışların Mart ayında kendini göstermesi, hiç kuşkusuz yok sevindirici.

Hele, hafiften kar da yağınca, içimiz iyice rahatlıyor. Gerçi, yeryüzünü yorgan gibi kaplayıp yavaş yavaş eriyerek toprağı besleyen kar yağmadı bu yıl. Ama yine de, kırsal kesimde biraz daha etkili olmuştur diye düşünüyoruz.

Doğa adına mutlu oluyoruz.

*

Ne var ki, 6 Şubat’tan beri dünyamız başka bir dünya…

Günlük işlere dalıp biraz unutsak da, o büyük deprem felaketini hatırlayınca içimiz buruluyor, yüzümüz asılıyor.

Onbinlerce insanımızı canlı canlı enkaza gömdü bu felaket.

Televizyonlarda izlemiş olabilirsiniz; bir kız çocuğu babasını telefonla arıyor: “Deprem oldu, enkazın altındayız, kurtar bizi baba!”

Ve o baba çaresiz…Sesini duyduğu kızını ölüme terketmekten başka çaresi yok!

Allahım! Böyle bir acıyı hiçbir kimseye, hiçbir millete yaşatma!

*

Biz buralarda yağmur yağıyor diye seviniyoruz, ama ya deprem bölgesinde çadırlarda, konteynerlerde yaşayanlar…

Görüntüler gözümüzün önünde; çamur deryasına dönmüş çadır kentler…Ne yatak-yorgan kalmış, ne eşya…

Empati yaptığımızda, gerçekten yaşama sevincimizi kaybediyoruz. Hayatımız kararıyor.

Ama, bizim gazetede hemen her gün, duayenimizden, üstadımızdan duyduğumuz, dinlediğimiz bir öğüt var:

Enseyi karartmayacağız!

Umutsuzluğa yer vermeyeceğiz yüreğimizde.

Ve yine yüreğimizden sevgiyi eksik etmeyeceğiz.

*

Her yazımızda belirttiğimiz gibi, işe önce, siyasi iklimi düzeltmeye çalışmakla başlamalıyız.

Kutuplaştırıcı, ayrıştırıcı, ötekileştirici siyaseti, hiç değilse bu büyük felaket günlerinde bir tarafa bırakmalıyız.

Seçimlerin demokratik bir olgunluk içinde geçmesi, milli iradenin tam olarak tecelli etmesi, hukukun, adaletin, demokratik usul ve esasların hakim kılınması için başta yöneticilerimiz, her kademedeki sorumlularımız ve bireyler olarak bizler, kendimizi görevli saymalıyız.

*

Deprem bölgesinde en küçük bir eleştiriye bile tahammül gösterilmeyişi, elbette ayrı bir sorun.

Bu böyle olmaz.

Eleştirinin bastırıldığı yerde, konuşma özgürlüğü, dolayısıyla demokrasi yok edilmiş demektir.

Olgunluk, anlayış, hoşgörü…

En fazla bu dönemde ihtiyacımız var.