“Evet, teyze” diye yanıtlamıştım. “Tıfılını bilmem ama yeni gelen öğretmen benim.

O:

“Vah yavrum vah!” demişti.

“Niye vah çektin ki teyzem?”

“Senin anan baban yok mu yavrum?”

“Var teyzem. Neden sordun?”

“Var da yavrum, seni yumruk yaşında, yalnız başına bu köye muallim olarak nasıl gönderdiler?”

“?”

Bir anlam verememiştim yaşlı teyzenin bu sorusuna.

“Hiç mi ciğerleri yok senin ananın babanın?”

Gülmüştüm bu sözü üzerine.

O sürdürmüştü:

“Sen kendin çocuksun daha! Sakalın bıyığın bile çıkmamış baksana. Hem mektepte senin kadar talebeler var. Nasıl okutacaksın onları?”

“Okuturum teyzem, okuturum. Sakal bıyık öğretmenlik yapmıyor ki” demiş, yürümüştüm. Kadıncağız da arkamdan bakakalmıştı.

Bu anım aklına gelince yeniden gülümsüyorum. Yaşlıların pek azı “tıfıl muallim” sıfatını yüzüme karşı söylemeseler de, biliyordum ki çoğu ardımdan hep aynı sıfatla söz ediyorlardı. Özellikle Ispartalı yedek subay öğretmen Fikri öğretmenden ayırabilmek için...

Derenin üzerindeki köprüyü geçip adımlarımı biraz daha açıyorum. Birkaç vatandaşı daha selamladıktan ve onları da yanıtladıktan sonra köyü çıkıyorum. Köy içinin duldasından çıkıp bir tepe boynunu aştığımda, bembeyaz karla kaplı uçsuz bucaksız doğanın koynundayım artık. Köyün dışında hava daha da sert…

Bu beyazlık başlangıçta insanın gözünü alıyor, bakmakta zorlanıyordum ama bir süre sonra alışıyordum. Gece fırtına, kimi yerlerde savrum yapmış, insan boyunca kar yığılmıştı. Buralardan geçmekte oldukça zorlanıyor, oraları da dizleyerek aşmaya çalışıyordum. Köylünün dediği gibi, aklı olan bu havada yola çıkmazdı. Ancak benin gibi serüvencilerin işiydi bu.

Bir süre sonra bazı yabanıl hayvan izlerine rastlıyorum. Kimisi yolu çapraz olarak geçmiş, tarlalara doğru vurmuş gitmişti. İzleri ayırt etmekte zorlanmıyordum. İşte şunlar kurt, şunlar da tavşan izleri olmalı. Elbette bu kış kıyamette yabanıl hayvanların da işi zordu. Ne bulup, ne yiyeceklerdi zavallılar!

Yol, batıdan kuzeye doğru dönmüş, iki tepenin arasına dalmıştı. Geride bıraktığım köy aştığım tepenin ardında kalmış, çoktan gözden kaybolmuştu. Yol aşağıya doğru indikçe, iki yandaki tepeler yükselip gidiyor. Kuzeye doğru. Kimi yerde boyumca kar yığıntıları içine gömülüp gömülüp çıkıyorum. Derede tekleme cılız söğüt ağaçları var. Sürekli hareket halinde olduğum için bedenim üşümüyor ama ellerim ve yüzüm ayaza kesiyor. Derede, açık arazideki esinti yok pek. Çünkü dereleri, tepeler duldalıyor. Ancak buralarda, yabanıl hayvan izleri daha çok… “Aç kurtlara rastlasam; şöyle üç dört tanesi o keskin dişlerini göstererek beni çevrime alsa, kendimi nasıl savunurum acaba?” diye düşünüyorum. Böyle bir olasılığı düşünmek bile can sıkıcı. Bırakın silahı, çakı bıçağı bile yoktu üzerimde kendini savunacak. Üstelik bu dere boyu, yabanıl hayvan saldırıları için ne kadar da uygundu.

Neyse ki uzaktan da olsa kurdu kuşu görmeden iniyorum yola. Bir buçuk saat sürüyor yolculuğum. Yola indiğimde kolumdaki Yusuf’un saati 8.00’ı gösteriyordu. Henüz bir kol saatim yoktu. Saati de okulda derse giriş çıkış saatlerini ayarlamam için Yusuf vermişti emaneten. Yusuf, askerliğini henüz tamamlayıp dönmüş, uyanık, aklı başında, sözü söyleşisi dinlenir bir genç. Yaşlı bir annesi ve babası var. Ailenin dört çocuğunun en küçüğü ve tek erkek evladıydı. Ablaları çoktan evlenmiş, boylarınca da çocukları olmuş. Yusuf’sa henüz bekârdı.

ARABA BEKLİYORUZ

Sol yanımdaki arazi hafif bir meyille yükseliyor, kuzeye doğru tepeler zinciri oluşturuyor. Kuzey ve doğu kesimi ise beyaz bir örtüyle kaplı, uçsuz bucaksız bir ova biçiminde uzayıp gidiyor, uzaklardaki tepelere doğru. Ankara yönünden gelen yol bu tepeden, tatlı bir eğimle bulunduğum yerdeki Müdü Köprüsü’ne iniyor, buradan itibaren düzlüğe kavuşuyor.

Müdü Köprüsü’nün 25- 30 metre kadar aşağısında yolun düzleştiği yerde duruyor, sağa sola gezinerek araba beklemeye koyuluyorum. Kardaki teker izleri şimdiye kadar birkaç tane arabanın geçtiğini gösteriyor.

Bir gürültü... İşte, ilerdeki tepe boynundan bir otobüs çıkıyor. “Acaba yer var mı? Alacak mı?” diye merak ediyorum. Yaklaşıyor. El kaldırıyorum. Hız kesmiyor. Durmuyor. Düze indikten sonra, hızını daha da artırarak yıldırım gibi geçip gidiyor. Bir süre bakakalıyorum ardından.

(SÜRECEK)