“Bir ayakta durabilsem, çıkıp oyun da oynarım ama ayakta duramıyorum. Yürüyemiyorum. Şu koltuğa gidip orada oturuyorum, sonra yatıyorum. Genelde de yatıyorum. Ama bunlar normal. Birileri ölecek, birileri yaşayacak.

Ölmek zorundasın ki, başkaları doğsun. Hayatın diyalektiği bu. Ben yapacağımı yapmışım. Yaşadığım sürece de mücadele ederim. Yaşarsam, bir-iki oyun daha koyarım. Ama tiyatromu güzel yaptım, onu görmeni istiyorum. Hemen alt katta. Oraya bir okul da yaptık. Ücretsiz bir okul. 250 öğrencimiz var. Gençlerle bildiklerimi paylaşmak istiyordum. Öğrencilerimi filmde de oynattım. Ama filmi dağıtmıyor kimse. Elimizde donumuz, torbamız dolaşıyoruz kapı kapı. Tiyatrom benden sonra da devam etsin istiyorum. Bülent Demir’e devrediyorum, çok sağlam çocuktur Bülent. Başından itibaren beni hiç yalnız bırakmayan kişidir. ‘Jübile yapar mısın?’ diye soruyorlar. Yapmam, prensip olarak bana aykırı. Zenginlerden bilet karşılığı para toplamak istemem ama tiyatromuza bağış yapmak isteyen olursa da başımızın üstünde yeri var. İsteyen istediği katkıda bulunabilir. Mesela bir iş adamı dostum, biraz maddi yardımda bulundu, buradan teşekkür ediyorum kendisine. İsmini verirsem vurur beni, keşke verebilsem. Onun ve Aslı’nın sayesinde ustaların paralarını filan ödeyebildim. O iş adamı arkadaşım aradığında da, bir güzel ağladım.

İnsanlar size iyilik yapınca ağlıyorsunuz. Zeki Alasya o kadar telaşla öldü ki, dört gün içinde öldü çocuk. Şu benim yaşadığım şeyleri yaşayamadı, gözlemleyemedi. Bunları ancak ölüm döşeğinden gözlemlersin. Bu bile Allah’ın bir lütfu.

Etrafına bakabiliyorsun, sevgiyi görüyorsun" diyen Kırca sözlerini şöyle tamamlıyor:

“Seneler evvel bir arkadaşım çok ağır kanserdi. Hastaneye ziyaretine gittim. Hiç unutamam, pencereyi açtı ve gökyüzüne bağırdı, ‘Neden ben?’ diye.

Sesimi çıkarmamıştım ama yadırgamıştım. ‘Neden ben?’ demek, bana bencillik gibi geliyor, kibir gibi geliyor. 18 yaşında çocuk da şehit düşüyor, var mı bunun açıklaması? Yok. Neden o ölüyor da başkaları ölmüyor? Yok bunların açıklaması. Kemoterapiye, sosyal sigortalar hastanesinde, herkesle birlikte giriyorum, küçücük çocuklar görüyorum. Onlar acı çekerken benim şikâyet etmem, ‘Ölmek istemiyorum. Gitmeyeceğim, kazık çakacağım!’ diye tutturmam ayıp değil mi?

Bu son olaylar çok sarstı beni, her an ağlayabilirim. Bu vatanın evladına şehit olarak gelen ölüm, bana kanser olarak gelmiş çok mu? Yanlış anlama, bu politik bir konuşma değil. Bunları ölüm döşeğinde söylüyorum sana...” Levent Kırca…

(Yavuz Şen’den- Alıntıdır)

Yıllardır büyük bir zevkle seyrettiğim “Olacak O Kadar” dizisinin unutulmaz oyuncusu ve komedyeni Levent Kırca üstadı sevgi, saygı ve rahmetle anıyorum. Ruhu şad, mekânı cennet ve devri daim olsun.

HAYATIN İÇİNDEN

1—“Bana çocukluğunu anlat Adem.” “Anlatamam Havva, lap diye yaratılmışım ben, çocukluğumu bile yaşayamadım.”

2—Sevgi bütün dünyayı satın alacak güçte bir cevherdir. Sevgi çaba isteyen bir güçtür. İnsan en çok severken insandır. (Dosteyevski)

3—Bir ülkenin kendi halkını kandıran bir medyası varsa, o ülkenin başka düşmana ihtiyacı yoktur. 

4—Dünyada kendi dilinde ibadet etmeyen tek toplum Türklerdir.

5—Eğitim Sen, “Laiklik ve bilim karşıtı yeni Milli Eğitim Müfredatını reddediyoruz diyor.” Ben de reddediyorum.

İktidar maalesef eğitimi tam anlamıyla dinselleştirmeye başladı. Çedes projesiyle imamlarla, vaizlerin okullarda ders vermeye başlaması hayra alamet değil. Anlaşılan, iktidar zeki, çağdaş ve sosyal demokrat insanlar yetiştireceğine molla yetiştirmeyi hedefliyor. Mollaların koskoca Pers İmparatorluğunun devamı olan çağdaş İran’ı ne hale getirdiklerini gördük. 

Nice çocuklarımız hurafelerle büyüyor,

Cehaletin sarmalında hayatları sönüyor,

Eğitim kendi cahilini yetiştirdikçe,

Yazık ki çağdaş ülkem Ortaçağa dönüyor…