Şeb-i arus, sözünü duyarsınız. 17 Aralıkta çok anılır. Sadece Mevlâna’ya mahsus bir söz değildir bu. Mevlâna dünyaya duyurmuştur. Bu ifade tekke ve dergâhlardan doğmuştur. Düğün gecesi, gerdek gecesi, gelin gecesi demektir. Mecazî mânâsı Tanrı ile buluşmadır.

Ali Osman Çoban, Zeynep Kâmil’de bir mütevazı terzi idi. İstanbul’un bir “uncular sokağı” da onun yaşadığı  Zeynep  Kâmil sokağı idi; , bir “Attar Dükkânı” da onun terzihanesi idi. Müsaadenizle bir hâtıram ile o huzur evine yani, terzihaneye girelim.

Bir zahiri bayram gününden sonra Osman Abi’nin dükkânına gittim. “Geçmiş bayramınız mübarek olsun” diyerek içeri adımımı attım. İçerde hiç görmediğim yetmişli yaşlarda bir zat;

“Bayram hiç geçer mi evlât. O ne biçim laf. Bayram imanın aşkın, zirvesidir. O zirveye ulaşanın, o bayramı yaşayanın bayramı geçer mi?” diyerek beni olduğum yere mıhladı. Kapıda öylece kalakaldım. “Ya sen hiç bayram yaşamadın, ya da bayram nedir bilmiyorsun” diyerek söze başladı.

“Ne diyor Hacı Bayram Veli hazretleri hatırla”  dilerek şu şiiri okudu.

Noldu bu gönlüm, noldu bu gönlüm

Yar ile bayram kıldı bu gönlüm

Bayramım imdi bayramım imdi

Yâr ile bayram kıldı bu gönlüm

Kendinde buldu kendinde buldu

Matlubunu hoş buldu bu gönlüm  ;   …, diyor.  Ne demek istiyor hazreti pîr?

Ben kapıda dondum kaldım.  Cevap da veremiyorum Vermedim. Sustum.

“ Bayram yâr ile buluşmaktır. Sevgiliye kavuşmaktır. Hadi sen gençsin. Başka misal vereyim. Yıllarca okudun, liseyi bitirdin. Diploma aldın. Tekrar liseyi bir daha okumana lüzum var mı? Yok tabi. Ama daha ilerisini okuyabilirsin. Meselâ fakülteye gidebilirsin. Matematik ilminde veya kimya ilminde daha üst bilgi edinebilirsin. Dört beş sene hep matematik veya kimya çalıştın. Okul bitti. Ne oldun şimdi?”

Ben yine sadece susuyorum.  Adım dahi atamadım. Kapıda dondum kaldım. O zat da durdu biraz. Yine kibar bir sesle. Kendi cevap verdi.  Diyelim ki;

“Fakülte bitti. Kimya hocası oldun.  Artık sen bir kimyagersin. Doğru mu?”

Bin bir güçlükle ağzımdan “Evet Efendim” çıktı.

Nur yüzlü yaşlı amca gözlerime baktı.

“Bayram özünü bildi,

Bileni anda buldu,

Bulan ol kendi oldu,

Sen seni bil, sen seni.

Kim ki hayrete vardı,

Nûra müstağrak oldu,  (gark olmuş)

Tevhîd-i zâtı buldu,

Sen seni bil, sen seni.”

“Peki bunun mânâsı nedir?  Ben sadece susuyorum. O zât cevabı da kendi veriyor.

“Sen ilkokulu okumuşsun, demektir. Orta ve liseyi okumuşsun demektir.  Fakülteyi de okumuşsun demektir. Fakülteyi bitirene, liseyi bitirdiğin ne mâlum diplomanı göreyim denir mi? Denmez. İlk –orta- lise diplomanı göreyim yoksa inanmam diyebilir misin? İşte maneviyat ta böyledir.

İlkokul şeriattır. Orta mektep tarikat, lise hakikattir. Üniversite marifettir.  Yaşına göre, anlayışına göre, imanına göre sırayla, bu merhaleleri her Müslüman aşacaktır. Kimi üç yılda aşar, kimi beş yılda aşar, kimi 25 yılda aşar,  kimi ömür boyu aşamaz. Bu merhaleler (sınıflandırmalar) birbirinin mütemmimidir. İlk, orta ve liseyi ikmâl etmişsin ki üniversiteye gitmişsin. Peki, üniversite ne demek? Üniversite mezunu demek sen o mesleğin bilgisini tahsil ettin demektir. Artık tarihçisin, matematikçisin, doktorsun, mühendissin demektir.

Marifet ehli de böyledir. Şeriat, tarikat ve hakikat tedrisatını tahsil etmişsin demektir. Marifet makamı bilmek değil olmak makamıdır. Doktor olmak gibi, mühendis olmak gibi öğretmen olmak gibi olmak demektir. Peki, marifet ne olmak demektir?”

(SÜRECEK)