Prof. Şerif Mardin (1927-2017) 2008 yılında bir konferansta, “Öğretmen imama yenildi” demişti. Ve de büyük bir tartışma yaratmıştı.

Bir sosyolog ve siyaset bilimcisi olan Şerif Mardin, 2007 yılında da “mahalle baskısı” kavramını dillendirmişti.

Burada sözü edilen imam, geleneksel yapıyı ve İslami değerleri temsil eden muhafazakâr kesimdi.

Ve burada sözü edilen öğretmen, cumhuriyet değerlerini temsil eden laik kesimdi.

İşte bu nedenle sormak gerekti:

31 Mart seçimlerinde imam, öğretmene yenildi mi?diye

***

Çünkü 31 Mart yerel seçim sonuçlarının ortaya koyduğu tablo, Şerif Mardin’in bu sözünü tersine çevirir gibi oldu.

Çünkü 31 Mart 2024 yerel seçim sonuçlarının ortaya koyduğu siyasal ve sosyolojik tabloda, daha rasyonel bir seçiciliğin gelmekte olduğu görüldü.

Eğitim ve kentlilik oranı yükseldikçe, özellikle itaatkâr insan tipinin değiştiği

Ve de bireyleşen, kendi kanaatleriyle hareket eden yeni bir kuşağın geldiği görüldü.

Çatışmacı ve kutuplaştırıcı dil, sadakati güçlendirse de eğitimli kent hayatıyla oluşan rasyonel dilin, sadakati zayıflattığı

Daha da ötesi bu kesimlerde, dindar olsa bile iktisadi ve sosyal ilişkilerde modern özelliklerin ağır bastığı

Nitekim muhafazakâr değerleri yüksek olan 22 yıllık iktidarın, eğitimli ve kentli çevrelerle iletişimde artık zorlandığı görüldü.

Oysaki iktidarın ilk dönemlerdeki muhafazakâr demokrat söylemi ve Avrupa standartları vurgusu, uzun bir süre bu iletişimi sağlıyordu.

*** 

İşte bu olgulara göre:

Bu toplumda muhafazakârlığı besleyen bir alt yapı mevcut ise de eğitim ve kentleşme, Türkiye siyasetinde zamanla daha belirleyici sosyolojik bir dinamik olmaktadır ve olacaktır diyebiliriz.

Ve de artık daha demokrat, daha rasyonel olarak evrenselle buluşan politikalar saygınlık görecektir diyebiliriz.

Elbette böyle bir oluşumu, hem iktidar cephesi hem de muhalefet cephesi özellikle görebilmeli ve de okuyabilmelidir.

***

Aslında siyasette muhafazakârlık, “1789 Fransız Devrimi”nden bir mirastır.

Tasfiye edilen aristokrasinin kapitalist sınıfa direnmesiyle oluşan bir duruş, siyasette muhafazakârlık olarak şekillenmiştir.

Yani Avrupa'da muhafazakârlığın sınıfsal bir geçmişi ve sınıfsal bir özelliği vardır.       Ve de giderek kapitalist süreç içinde, toplumcu radikal siyasetlere karşı siyasal bir duruşa dönüşmüştür.

Türkiye'de ise muhafazakârlık, daha çok moderniteye karşı İslami bir tavır olarak gelişmiştir. Sınıfsal bir özelliği yoktur. Sınıfsal bir duruş değildir.

Ve de Türkiye'deki muhafazakâr duruşta, Kemalizm karşıtlığı gibi bir görüntü oluşmuştur.

Bir başka yönüyle de Türkiye'deki muhafazakâr duruş, esas olarak sağcılık ile eş anlamlı olarak değerlendirilmiştir.

Sonuçta muhafazakârlığın cumhuriyet karşıtı gibi duruşu, laikliğin İslam karşıtı gibi algılanışı, bu toplumda tehlikeli bir yarılmanın da önünü açmıştır.

***

Muhafazakârlığın Türkiye'deki bu görünür durumu, kırdan kente göçle daha da beslenir olmuştu.

Çünkü nüfusun kentlerde yoğunlaşması, cemaatlerin politize yapısı, muhafazakârlığı daha da yüksek ölçüde görünür kılmıştı.

Nitekim fiziki görüntüde muhafazakârlığın topluma damgasını vurur olduğu, siyasetlerin artık muhafazakârlıktan beslenir olduğu bir iklim oluşmuştu.

Öyle ki, İslami referanslar hayatın her noktasında daha çok görünür ve daha hâkim bir durum almıştı.

İşte bu olgu, özet olarak Türkiye dindarlaşıyor, bir diğer ifadeyle İslamlaşıyor
diye tercüme edilmişti.

Ama 31 Mart yerel seçim sonuçlarında oluşan siyasal ve sosyolojik tablo, bu olgunun zayıfladığının ve değişmeye başladığının göstergesi olmuştur diyebiliriz.

Ve de siyasetin, özellikle hem görmesi hem de okuması gereken olgu budur diyebiliriz.