Halen Atatürk’ü anlatamayan ya da anlayamayan bir toplum olundu.

Nitekim tam 102 yıl oldu; ne cumhuriyet anlatılabildi bu ülkede ne de cumhuriyeti kuranlar.

Ve de 102 yıldır ne Atatürk anlatılabildi bu ülkede ne de Atatürkçülük.

Üstelik Atatürk’ü yazmayan, Atatürk’ü anlatmayan yazar kalmadı.

Heykeli dikilmedik, büstü konulmadık, resimleri asılmadık yer kalmadı.

Şiirler yazıldı, köşeler yapıldı, rozetler dağıtıldı onun için.

Ama anlatılamadı Atatürk, anlaşılamadı Atatürkçülük yani Kemalizm.

***

Devam…

-Siyasi kavganın yargı üzerinden verilir olduğu bir siyaset

-Sosyal medyada adalet aramak zorunda bırakılmış bir toplum

-Test ile tost arasına sıkıştırılmış bir öğrenci gençlik

-Atatürk ve Abdülhamit arasına sıkıştırılmış bir Cumhuriyet

-12 Eylül darbesinin liderini, % 92 oyla Cumhurbaşkanı yapan bir toplum

Ve darbenin liderini Cumhurbaşkanı yapmak için oy veren sağcı-solcu, Alevi-Sünni, Türk-Kürt, laik-muhafazakâr, yani tüm bir toplum

İşte böyle bir görüntü oluşmuştur ülkede.

***

Elbette sağcılık-solculuk anlayışı da ilginçtir bu toplumun.

Köyüne göre sağcıdır, köyüne göre solcudur bu toplum.

Alevi ise % 80’i solcu, Sünni ise % 80’i sağcıdır. Yani bu toplumda sağcılık-solculuk siyaset bilimiyle, sosyolojik değerlerle asla uyuşmaz.

Öyle ki; ilericilik rakı içmeye, gericilik namaz kılmaya indirgenmiştir.

Darbelere bakış bile siyasal bakışa göre değişir olmuştur.

Yani sağa göre darbe, sola göre değildir; sola göre darbe, sağa göre değildir.

***

Siyasetçilerimiz de çok ilginçtir.

Bağımsız Türkiye derler ama ABD'nin, AB'nin, NATO'nun dayatmalarına hayır diyemezler.

Seçilene kadar halkın bulunmaz dostu, seçildikten sonra sermayenin dostu olurlar.

TÜSİAD gibi sermaye örgütlerinin karşısında kuzu, emekçi sendikalarının karşısında aslan olurlar.

Halkımız da tuhaftır bizim:

Takım tutar gibi parti tutarlar. Partisinin görüşlerinin mutlak doğruluğuna inanırlar.

Siyasetçiler futbolcu transferi gibi parti değiştirse bile, halkımız siyasi adresini hiç değiştirmez.

Bu durumu, bugün hayatta olmayan bir arkadaşım, “Hâkim veraset ilâmını eksik yazıyor, partisini yazmayı unutuyor!” şeklinde ifade etmişti.

***

Çünkü bilim üretmeyen bir eğitim ve İmam-Hatip’le Köy Enstitüsü arasına sıkıştırılmış kültürel bir doku vardır ülkede.

Nitekim bugün 7 milyonu İsrail'de yaşayan ve dünyadaki toplam nüfusu 15 milyon olan Yahudilerin Nobel Bilim Ödülü 104 iken, 86 milyon nüfusa karşılık ancak 1 bilim ödülü almıştır Türkiye.

Daha genelde ise 57 devletten oluşan ve Aziz Sancar'la birlikte ancak 3 bilim ödülü alabilmiştir 2 milyarlık İslam dünyası.

***

Ve neredeyse sonradan görme bir toplum olunmuştur.

Yol ortasında telefonla geyik muhabbeti yapan, özellikle de çok aranan kişi imajı vermeye çalışan...

Otobüs içinde bile telefonla konuşmaya bayılan, çevresini rahatsız ettiğini asla düşünmeyen

Ve de konferanslarda, panellerde cep telefonunu hep açık tutan, telefonu elinden hiç düşürmeyen bir toplum.

Zaten bu nedenle Alexander Graham Bell, “Eğer telefonu Türklerin kullanacağını bilseydim icat etmezdim” demiş!!!

***

Elbette ülkemiz aydınlarında da vardır bir tuhaflık.

Çünkü Türkiye'nin değişen sosyolojisini hiç analiz etmezler.

Türk toplumunun ve kentlerin değişen dokusunu, bunun siyasete yansımasını anlamaya çalışmazlar.

Ve tüm olayları, eğilim duyduğu siyasete kazanım sağlayacak biçimde yorumlarlar.

Eğilim duyduğu partiye oy vermeyenleri ise göbeğini kaşıyanlar ve bidon kafalı gibi sözlerle aşağılarlar.

İşte tüm bu nedenlerle ünlü Fransız tarihçi Albert Sorel, “Dünyada iki bilinmeyen vardır. Biri kutuplar, diğeri Türkler!” demiş.