*** Ülkemizin iki temel sorununu, yeri geldikçe, usulü-adabı çerçevesinde ifade etmeye çalışıyorum. Birincisi, komşularımızla iyi geçinerek “Batı” sisteminin içinde kalmamız, “Batılı, demokratik, laik bir ülke” olarak bu coğrafyada barışa, huzura, kalkınmaya daha fazla katkı sağlama şansı sağlar bize, biliyorum. Dünyanın tüm mazlum milletlerine “bağımsızlık” yolunda esin kaynağı olmuş “Atatürk devrimi” ve “Anadolu’nun kutsal isyanı”, tam da budur. “Avrupa’nın bir parçası” olmak yerine “Ortadoğu ülkelerinden biri” konumuna gelmek, ne bize, ne de bu coğrafyaya hayır getirir.
*** İkincisi, merhum Özal’ın “Orta Direk” dediği orta sınıfın çökmesi, bu ülke için ekonomik bir felaket olduğu kadar, demokrasinin yaşatılması adına da büyük bir handikaptır. Uygulanan yanlış (belki de bilinçli!) ekonomik politikalar yüzünden, “zenginler ve yoksullar ülkesi” haline geldiğimizi de sık sık söylüyorum, yazıyorum.
*** Dostluğundan büyük onur duyduğum değerli ekonomist Mahfi Eğilmez, 11 Aralık’ta yayınladığımız “Orta Sınıf Nereye Gitti” başlıklı yazısında, “orta sınıfın sadece ekonominin değil, demokrasinin de taşıyıcı kolonu olduğunu” ifade ederek, orta sınıfı güçlendirmenin yolunun da “dengeli” gelir dağılımından geçtiğini vurguladı.
*** Sürekli okurlarımız iyi biliyorlar, Hazine eski Müsteşarı Dr. Mahfi Eğilmez, gerçek bir Çorum dostu ve Hitit uygarlığının tanıtım elçisidir. Yaklaşık yarım asır önce, değerli Eğilmez ile o tarihlerde Çorum’u Anadolu’nun en önemli kültür-sanat merkezlerinden biri haline getiren isimlerden ünlü şef Gürer Aykal’ın Belediye Meclisi tarafından “Çorum’un Fahri Hemşehrisi” ilan edilmelerine naçizane biz önayak olmuştuk. Elbette kamuoyu oluşturma yoluyla. Ülkemizin “yüz akı” bu iki değerle de dostluğumuz halen, sımsıcak devam ediyor.
*** Yine, analizlerine, görüşlerine, önerilerine büyük değer verdiğim Memduh Bayraktaroğlu da, 13 Aralık Cumartesi günü Nefes Gazetesi’ndeki köşesinde, “yaşadığımız felaketlerin sebebi” olarak merkez medyanın ve merkez siyasetin tasfiyesini gösterirken, “Merkez, sağduyunun, uzlaşmanın, devlet aklının, toplumsal nefes borusunun adıdır” dedi. Muhalif medyanın merkeze yaklaşmasına karşılık, yandaş medya için bunun kolay olmadığını, ciddi bir “vicdan muhasebesi” gerektirdiğini anlattı.
*** Batı’nın bir parçası olma ve -bir takım eksiklikleri de olsa- demokrasiyi yaşatma kararlılığı, “ortanın sağı, orta ve ortanın solunu da kapsayan” Merkez’in, Cumhuriyet tarihi boyunca değişmez çizgisi olageldi. Atatürk, İnönü, Bayar-Menderes, Demirel, Ecevit, Özal…Bu dönemlerde hep, merkez siyaset ve devlet aklı, bağımsızlığı, bütünlüğü, demokrasiyi, çağdaş uygarlığı, karma ekonomi yoluyla kalkınmayı temel hedef saydı. Emperyalizmin, isyan ve iç savaş kışkırtmalarına, bölücü terörü örgütlemelerine de göğüs gererek…
*** Bugün de, Türkiye’ye “monarşi”yi yakıştıranlara, “Ortadoğu” ülkeleri arasında zikretmeye kalkışanlara, yüz yıl sonra yeniden “Sevr” hevesine kapılanlara, milli duruşumuzu ve üniter devlet kararlılığımızı gösterebilmek için bu “merkez”e ihtiyacımızın olduğu apaçık görülebiliyor. Yoksuldan varsıla kaynak aktaran bu ekonomik düzene bir son verme zorunluluğumuz -Özal’ın deyimiyle- açık seçik ortada.
*** Dış politikada iyi değiliz; Ortadoğu bataklığında başımıza çoraplar ördük. Ekonomi iyi gitmiyor; adil gelir dağılımını da, hak-hukuk-adaleti de iyice yok ettik. Demokrasimiz, ülke bütünlüğümüz, kardeşliğimiz tehlikede. Hâlâ “nerede hata yapıyoruz?” diye düşünmenin zamanı gelmedi mi?