Bakın, Dr. Sadık Ekber’le bir anımı anlatayım:

Dr. Sadık Ekber, Elitpark Hastanesi’ne gelip onunla tanışınca, eşimin mide rahatsızlığı için onun çalıştığı hastaneye götürdüm. Sağ olsun, bizi her konuda yönlendirip bilgilendirdi. Bir doktor olarak gerekli ilgiyi gösterdi. Moralle birlikte, mide tedavisinden öte ‘çekap’ yaptırdı. Ve tedavisini yaptırıp eşimi rahatlattı. Orası ‘özel hastane’ olduğu için her birimde ödemelerimi yaptım. Bizim için ilgilenmesine teşekkür edip ayrılacağımız zaman bana “Hastanemizde doktorların yakın hastalarının ödemelerinde indirimleri vardır. Sizin ödediğiniz ödemelerden de yüz lira iade edildi. Bu yüz lira sizin.” diye bana para vermek istedi. Ben bu parayı almamak için, o da vermek için bir hayli sesli didiştik. Seslerimiz ve hareketlerimiz koridordaki hastaların ve personelin dikkatini çekmeye başlayınca, nihayetinde zorla cebime sokulan parayı almak zorunda kaldım ve hemen oradan ayrıldık.

Parayı aldığım bir gün sonrasının akşamı Kadeş Meydanı’na yakın simit kafede buluşup sohbet edeceğiz. Verdiği yüz lira cebime soktuğu gibi duruyordu. Henüz çaylarımızı söylememiştik. Ben Dr. Sadık Bey’e:

“Bak Sadık Bey kardeşim, dün hastanede bizim için aşırı derecede ilgi gösterdin. Tekrar tekrar teşekkür ediyorum. Orası özel hastane. Bence özel hastaneler sağlık konusunun yanında birer ticarethanedir de. Ve özel hastanelere gidenler mutlaka muayene, tahlil, ultrason… vs. için ödeme yaparlar. Bu çark böyle dönmek zorunda. Bu bilindiği için herkes hazırlıklı gider. Ben de eşimi sizin hastanenize götürürken hazırlıklı idim. Ve ben bunu bilerek geldim. Hiçbir hastane kendisine ödenen paradan, doktorun yakınını bırak, kardeşi de olsa indirim yapmaz. Ben bunu çok iyi biliyorum. O bakımdan senin bana verdiğin yüz lira hastanenin parası değil, Dr. Sadık Ekber’in helal kazancından verilen paradır. Verdiğin yüz lira cebime soktuğun gibi duruyor. Çıkar üzerine kurulan dostluklar dostluk değil, ancak sıradan, bir uzak arkadaşlık olabilir. Arkadaşlığımız dostça devam edecekse bu parayı geri alacaksın.” dedim ve parayı çıkarıp önüne koydum.

Dr. Sadık Bey, benim konuşmamı hiç kesmeden dinledi. Ve sonunda “Mesaj alınmıştır Bahri Hocam.” deyip parayı aldı ve ceketinin küçük mendil cebine soktu. Sonra:

“Şimdi çaylarımızı söyle, dostça yudumlayalım.” dediğimde de buruk bir sesle yanımızdan geçen görevliye:

“İki çay, biri demli, biri açık olsun.” diye seslendi.

Sesinin burukluğundan mahcubiyetini hissetmiştim. Ben onu hiçbir konuda mahcup etmek istemem. Ancak kültürümüzde bir özdeyiş vardır. “Dost yüze söyler, arkadan konuşmaz.” diye. Ben de elini tutarak arkadaşlığımızın dostça, kardeşçe devam etmesi için böyle konuşmayı yeğledim…

Belki bana para vermekle o da beni deneyip/sınıyordur, kim bilir? Veya “Bu arkadaş emekli bir öğretmen. Ne kadar emekli maaşı alacak ki? Burası özel hastane. Bir muayeneden bile üç yüz, beş yüz lira ile ancak çıkılır. Bir nebzecik olsun yardımım dokunsun…” diye de düşünmüş olabilir. Kim bilir?

Ben ona daha önce emekli olduğumu, emekli maaşımın olduğunu, eşimin emekli olmadığını ama; babasından kalan daireden çok az da olsa kira gelirimizin olduğunu söylemiştim. Çocuklarımın da kendi kazançları ile rahat geçindiklerini ve benden bir beklentilerinin olmadığını söyleyip, kimseye muhtaç olmadığını belirtmek için söylenen “Ben Vehbi Koç gibi yaşıyorum” simgeleşmiş sözünü söylemiştim. Neden bu sözü söyledim? Evim kira değil, lüks bir yaşantımız yok, gece yaşantım ise asla. Biz istediğimizi alıp yiyebiliyorsak, istediğimiz gibi giyinebiliyorsak, bir başkasına muhtaç olmadan istediğimiz gibi hareket edebiliyorsak Allah’tan daha ne isteyebiliriz ki şükretmekten başka… Benim için en büyük zenginlik budur işte…

*     *     *

Kendi yaşantımda benim bazı kriterlerim vardır. Bunların önceliğinde ‘sevgi’ vardır. Hoşgörü ve özveri vardır. Paylaşım vardır. Özeleştiri vardır. Bu, kendimi tanımamdır. Beklentisiz yaşamamdır. Elimden geldiğince, gücümün yettiğince bu kriterlere sadık kalarak yaşamaya çalışmışımdır. Kendi yaşantımdaki bu prensipleri Dr. Sadık Ekber’in yaşantısında da gördüm. Mütevazı yaşantısını anlatmak için hani ne demişti: “Ben beş yıldızlı otelde de yatarım, gerekirse aha bu parkta da…”

Dr. Sadık Ekber’le yaşam felsefemiz, görüşlerimiz, düşüncelerimiz o kadar örtüşüyor ki sanki tek hücre ikizi gibi. Doğru, kendisi ikizdir. Ve ikiz kardeşi İran’da kadın doğum doktorudur. İkiz kardeşi ile henüz tanışmadım. Ancak fotoğrafından tanıyorum; ama ben de Dr. Sadık Ekber’le ruh ikiziyizdir. Ruhlarımız birbirleri ile öyle örtüşüyor ki… Böyle olunca da Dr. Sadık Ekber’le iki buçuk yıllık arkadaşlığımız dostluğa ve kardeşliğe dönüşmüştür. Kopmayan bir parça olduk. Ve birbirimizi tamamlayan bir bütün olduk.

(SÜRECEK)