İkinci Cumhurbaşkanımız İsmet İnönü’nün ünlü sözüdür: “Büyük devletlerle dans etmek, ayıyla çuvala girmeye benzer.”
Bizim ABD ile dansımız da aynı; hep eli yüzü çizilen, çuvaldan kanlar içinde, yaralı çıkan biz oluyoruz.
Mevcut iktidarın, dönemin ruhuna göre halkı kandırmada üstüne yoktur. Bir sabah uyandık ki: “Karadeniz’de doğalgaz bulmuşuz!” Coşku dorukta, ekranlarda bayram havası, halkta ucuz gaz kullanacağız sevinci. Sonra öğrendik ki bu gaz, ABD’nin LNG tankerlerinden sızıyormuş meğer. Bizim “milli gaz” borusunun ucu ABD’den çıktı.
Konu sadece bu değil. Dediler ki: “Yerli ve milli savaş uçağımız KAAN, gökleri titretecek!” Sevinmemek, alkışlamamak olur mu? Sevindik, umutlandık, yutkunduk haliyle. Fakat uçağın motoru ABD Kongresi’nin çekmecesindeymiş. Orada da biraz fazla beklemiş, hatta paslanmaya yüz tutmuş. Lisans yok, motor yok… Ama olsun, uçağımız var, yetmez mi?
Hani bir fıkramız vardır; baba oğluna: “Oğlum, yatmadan önce ahırda atları bir son kontrol et.”
Bizim KAAN uçakları da aynı hesap. Meğer ölü doğmuş, Hakan Fidan’ın açıklamalarından yeni öğrendik.
Halk ne diyor bu gidişe:
“Hasan Dağı arpalıktır, eğer saban yürürse;
Her dereye bir değirmen, eğer suyu gelirse.
Her kümesten bir tavuk, eğer köylü verirse;
Güzel gidiş bu gidiş, eğer sonu gelirse.”
İktidarın “yerli ve milli” masalı da tam bu tekerlemeye benziyor:
- KAAN uçağı yapılacak… eğer ABD motor verirse.
- Halk bu kış üşümeyecek… eğer ABD ucuz gazı gönderirse.
- Tank üretilecek… eğer Almanlar zırh plakaları yollar ise.
- Milli otomobil yollarda olacak… eğer Çin bataryasını yetiştirirse.
Endonezya’ya 48 adet KAAN satmak için anlaşma yapılmış, ne güzel. Ama motoru eksikmiş. Olur o kadar, koskoca uçağı veren elbet motorunu da verir(!)
“Motoru sonra gelir, şimdilik gövdeyle idare edin” desek, Endonezya halkı gelip uçağın motoruna mı bakacak? Biz yıllardır “uçak yapıyoruz” diye uyutulduk, gidip motoruna mı baktık? Kandırmaca da bulaşıcıdır. ABD bizi kandırdı, biz de halkımızı ve Endonezya’yı!
Trump açıkça söylüyor: “Türkiye ile F-35 ve diğer konularda anlaşırız ama önce Erdoğan bizim için bir şey yapmalı!” Yani: “Önce bana hizmet et, sonra sana belki bir motor yollarım.”
Asıl konu şu: Trump istiyor ki Türkiye, Rusya’dan doğalgaz ve petrol alımını kessin.
“Onun yerine benden alacaksın” diyor. Henry Kissinger yıllar önce söylemişti:
“Amerika’nın dostu olmak ölümcüldür.” Türkiye için devamı da var:
“Amerika’nın dostu olmak hem ölümcül, hem de rezil rüsva olmaktır.”
Duayen gazeteci Rahmi Turan anlatıyor, New York’ta yaşanan bir hikâyeyi:
Bir Türk öğrenci, parkta çocuğa saldıran azgın bir köpeği boğarak çocuğu kurtarır. Gazeteciler sorar: “Bunu kahraman Amerikalı diye yazabilir miyiz?”
Genç: “Ben Amerikalı değil, Türk’üm” der.
Ertesi gün manşet: “Bir Türk, parkta zavallı bir köpeği öldürdü. Polis terör bağlantısını araştırıyor.”
Türkiye’nin “yerli ve milli” masalı işte bu Hasan Dağı tekerlemesini anımsatıyor.
Her şeyimiz “eğer” lere bağlı:
- Uçak uçacak… eğer ABD motor verirse.
- Halk ısınacak… eğer ABD gaz gönderirse.
- Ekonomi düzelecek… eğer Washington isterse.
Ya dostluğumuz? Kissinger’in dediği gibi ölümcül. Oysa biz hâlâ “yerli ve milli” masallarıyla uyutuluyoruz.
Gerçek olan şu ki:
Yerli olan halkımızın saf inancıdır; Milli olan ise iktidarın büyük kandırmacasıdır.