Türk gibi Türk olmanın kuralları vardır.

“İçinde bulunduğumuz koşullar bunu gerektiriyor” diye, Türklük kavramını sulandıramazsınız.

“Efendim, ben aynı zamanda Müslüman’ım. Konu dinim olunca, ‘Türklüğümü’ bir kenara iterim” diyemezsiniz.

 Başta ses bayrağımız Türkçe olmak üzere, “Türklüğe ilişkin kutsallarımızla” ilgili olarak;  “... Efendim Araplar, bizim din kardeşlerimizdir. Onların dili bizim dilimizdir. Onların kültürü, bizim kültürümüz, bizim geleneğimiz, bizim göreneğimizdir” diyemezsiniz.

Türklüğü, Araplaştıramaz, arabeskleştirmezsiniz.

Beş bin yıllık yaşamın imbiğinden süzülerek gelen Türk gelenek ve göreneklerini, Arap kültürünün boyunduruğuna sokamazsınız.

Sokarsanız, Türklüğünüz tartışılır hale gelir. Kimliğinizi, kişiliğinizi, onurunuzu yitirmiş olursunuz.

Türk, Türk gibi yaşar, Türk gibi esenleşir.

Esenleşirken Türk dilini kullanır.  

Arab’a, Acem’e ya da Angloman’a özen(e)mez.

Esenleşirken, “selamün aleyküm, esselamü aleyküm, bay bay, gud bay, çavvv...” demez.

“İyi günler, günaydın, iyi sabahlar, hoşça kal, kal sağlıcakla, uğurlar olsun, uğurlar ola...”der.             

Bozulmamış ya da bozulmaya yüz tutmamış bir Türk, diline sahip çıkar.

Duyduğu, gördüğü, okuduğu her sözcüğe sarılıp, ”Türkçe’dir “diye kullanmaz.

İyi bir Türk; unvanı, sıfatı, gerekçesi ne olursa olsun; kendisine, “...Bırakın bu Türkçe sözcükleri. Bırakın bu Türkçe esenleşme biçimlerini. Arapça esenleşin. “İyi günler” değil, ‘esselamün aleyküm’ deyin” diyene, Türk gözüyle bakmaz.

Bunu söyleyen, bunu savunan kişi Türklüğü yok etmek isteyen, urube yanlısı bir ümmetçidir.

*    *    *

“Ama efendim, bunlar bize yabancı sözcükler değil ki, dilimize gireli yıllar olmuş. Atalarımız da kullanmış bu sözcükleri. Ne var bunda?” diyemezsiniz.

Derseniz eğer, büyük yanılgıya düşersiniz.

Budunlar, halklar, milletler, uluslar içten içe böyle çökertilir, böyle ele geçirilir, böyle yok edilir.

Dilini yitiren toplumlar, bağımsızlığını, özgürlüğünü, geçmişini, geleceğini yitirir.

Çok uzağa gitmeye gerek yok. Hemen yanı başımızdaki, hatta içimizdeki bazı topluluklar, neden (hâlâ) “anadilim de anadilim...” diye tutturuyor?

Uygarlığın ve de (her konuda) güvenliğin doruğuna ulaşmış bir ülke olan Fransa; neden hâlâ “dil gümrüğü” uyguluyor?

Neden yabancı sözcüklerin Fransızca ’ya karışmasını istemiyor?

Neden Fransızcayı, bir devlet siyasası olarak görüyor?

Çünkü onlar ve bizim dışımızdaki pek çok budun ve uluslar, “dil kavramının” öneminin bilincinde.

Oysa içimizdeki Araplar ve Anglomanlar, Türkçe’nin yozlaştırılması pahasına, yabancı sözcük kullanmasını; beceri gerektiren bir üstünlük, bir güzellik sanıyorlar. Bu vıttırı vızık sözcükleri kullanmanın, onlara bir pay paye yüklediğini sanıyorlar.

*    *    *

Türk gibi Türk olmanın kuralları vardır efendiler.

Kuru kuruya “Türk’üm” demekle, insanların kafataslarını ölçümlemekle, bıyıkları aşağıya sarkıtmakla, Türk’ü çağrıştıran imleşmelerle Türk olunmaz.

Türk, dini ne olursa olsun, Arab’ı Arap; Angloman’ı Angloman olarak görür. Onun diline ve yaşam biçimine özenmez.

Konu tapınmaysa eğer; tapınma da Türkçe olur.

Çünkü tüm evreni yaratan Tanrı, Arapça kadar Türkçe de bilir, İngilizce de bilir, Almanca da bilir...

*    *    *

Türk, Türkçe konuşur.

Diline sahip çıkar.

Dilini, yabancı dillerin boyunduruğuna sokmaz, sokanlara izin vermez.

Türk, dilini tanır; Türkçenin, hangi dillerden, sözcük alabileceğini, hangi dillerden gelen sözcüğün Türkçenin yapısını bozacağını ya da bozmayacağını bilir.

Bilmiyorsa, öğrenir.

Yabancı uygulayımbilimle (teknolojiyle)  dilimize giren, örneğin “internet” gibi, “e.mail” gibi, “chat” gibi sözcükleri kullanmak kolaycılıktır.  Türkçenin yozlaşmasına çanak tutmaktır.

Önemli olan bu sözcüklerin Türkçe karşılıklarını bulup, kullanmaktır.

Kısacası, Türk gibi Türk olmanın kuralları vardır.

“Ben Türk’üm” demekle, Türk olunmaz efendiler.