Türküler bir milletin geçmişten geleceğe hafızasıdır. Kimisi bir sevinci söyler, kimisi bir hüznü, kimisi bir gurbeti… Ama bazı türküler vardır ki içinden geçtiği dönemin acısını nesilden nesile taşır. Hikâyesi bir dinlenilse, gözler çeşme olur, akar.
İşte o türkülerden bir tanesi **“Hey Onbeşli”**dir.
Tarihin en acı şarkılarından biridir “Hey Onbeşli.”
Pardon, yanlış söyledik; tarihin en acı ağıtlarından biridir “Hey Onbeşli.”
Her duyduğumuzda içimizi sızlatır. Çünkü yalnızca bir ezgi değildir; bir neslin, çocuk yaşta toprağa düşen delikanlıların ağıtıdır.
“Hey onbeşli onbeşli,
Tokat yolları taşlı,
Onbeşliler gidiyor,
Kızların gözü yaşlı.”
Bizler bu türküyü eğlencelerimizde, düğünlerimizde, kına gecelerimizde, hatta asker uğurlamalarımızda söyler, göbek atarız.
“Vur patlasın, çal oynasın” misali…
Ama bilmediğimiz bir şey var ki bu türkünün türkü olmayıp da bir ağıt olduğunu unutarak bildiğimiz hâlde yine de “vur patlasın, çal oynasın misali” söyleriz.
Yaşanmışlıklarını ve hikâyesini bilen de bilmeyen de türkü olarak söylemeye devam eder. Kimin umurunda yaşananlar ve genç yaşta toprağa verdiğimiz evlatlarımız? Biz bildiğimizi okuruz, bildiğimiz gibi çalar oynarız. Kim ne diyebilir ya da karışabilir? Eğlence bizim, zevk bizim.
Var mı oynamaya gelen?
Ağıtımızın hikâyesine gelirsek…
Dillerden düşmeyen bu ağıt, çoğu zaman yanlış anlaşılmıştır.
Yıl 1914.
Birinci Dünya Savaşı…
Balkan Savaşları’ndan yorgun düşmüş Anadolu, Birinci Dünya Savaşı’na girdiğinde insan gücü kıtlığı çekiyordu. 1315 doğumlular topluca askere alındı.
1897-1900 yılları arasında doğan gençler…
Gençlerimiz henüz 17-18 yaşındaydı. Yani çocuk değil, delikanlı yaşındaydılar. Hayata daha yeni adım atmış bu toy neslin cepheye gitme görevi gelmişti.
Onların cepheye uğurlanışı, köy meydanlarında gözyaşıyla izlendi. Cepheye giden bu delikanlıların çoğu geri dönememiştir. Bitlis’in, Diyarbakır’ın, Elazığ’ın köylerinde büyük bir hüzün yaşanmıştır.
İşte bu yıllarda askere alınan Hicrî 1315 (Miladî 1897-1898) doğumlu gençlerdir. Halk arasında bilinen yanlış, “on beş yaşında çocukların askere alındığı” düşüncesidir. Dolayısıyla halk arasında bu gençler “onbeşliler” diye anılmıştır.
Bu gençlerimizin hepsinin cephede şehit olmaları ve bir daha evlerine geri dönmemeleri üzerine yakılan ve Bitlis yöresine ait bir ağıttır. İşte “Hey Onbeşli” bu acıyı dile getiren bir ağıt olarak doğmuştur.
Aslında türkünün, “on beş yaşında askere giden çocuklar” için değil, 1315 doğumlu gençler için yakıldığı bilinir. Ancak halk arasında zamanla “15 yaşında” imgesiyle özdeşleşmiş, daha da yürek burkan bir anlam kazanmıştır. Türkü, özellikle Bitlis ve Tokat yörelerinde ağıt olarak söylenmiştir.
Düşünsenize… Daha tüyü bitmemiş, köy meydanında belki ilk kez sevdaya düşmüş gençler aileleri tarafından askere uğurlanıyor. Biliyorlar ki gelmeyecekler ya da yarım dönecekler. Tokat yolları taşlıdır, Bitlis yolları karanlıktır. Buna rağmen geriye kalan kızlar, analar, bacılar gözyaşıyla uğurlar bu delikanlıları.
Bu dizelerde yalnızca bir ayrılığın değil; Anadolu kadınlarının gözündeki yaş, beklemeyi, umudu, savaşın getirdiği umutsuzluğun izleri vardır. Bu umutsuzluk bir kere kalbe düşmüştür. Silinebilir mi? Asla! Kendi yavrusu gelse bile, gelmeyen yavruların acısı dinmez ve bütün çocuklar için ağlarlar. Çünkü Anadolu’da insanlar sadece kendi çocukları için ağlamazlar.
Türküdeki “Tokat yolları” ifadesi, bir yol değil, aynı zamanda ölüme giden asker yollarıdır. Anadolu’nun dört bir yanında “onbeşliler” ağıtı söylendi; her evden bir delikanlı cepheye gitti. Çoğu geri dönmedi. Dönenler ise gençliğini cephelerde bırakmış, yorgun ve yoksul bir memleketin sessiz kahramanlarıydı.
Bugün bu ağıtı dinlerken sadece geçmişi hatırlamıyor, aynı zamanda geleceğe sesleniyoruz: Çocuklar silah tutmasın, gençler toprağa değil, hayallerine koşsun. Çünkü hayat, bir ağıtın nakaratına değil, bir umudun türküsüne layık.
Belki de bu yüzden her dinleyişte içimizden aynı dua yükselir:
Bir daha “onbeşliler” olmasın.
Ve işte o yüzden bu ağıtın her satırında bir dua gizlidir:
Gözyaşı tekrar etmesin, ağıtlar yeni nesillere miras kalmasın.
Bir toplumun en taze umudu, daha hayata başlayamadan savaş meydanlarında kayboluyor. O yüzden bu ağıt yalnızca geçmişin acısını değil; sadece bir hüznü değil, aynı zamanda tarihin bize bıraktığı bir dersi, bir mirası duyurur:
Savaş, en çok gence kıyar.
Savaşın en ağır yükünü daima insanlar taşır.