SUNGURLU-ALEMBEYLİ HATTI

Hava oldukça yumuşamıştı. İnceden inceden yağan yağmurla eriyen kar suları sokağa aşağı akıyordu. Islanmamak için çatı altlarından yürüyerek Muhtar Osman ağayla yemek yediğimiz aşevine varıyorum. İçerisi kalabalık değil. Sıcak bir çorbayla açlığımı bastırıp kendime geliyorum. Aşevinin karşısındaki çayevinde içtiğim bir bardak çayla da içim ısınıyor iyice. Yağmurun dineceği yok. Belki köy tarafında yağış yoktur diye düşünüyorum. Beklememin bir anlamı yok çünkü. Hem kalsam bile nerde zaman geçireceğim. Çayevlerinin sigara dumanlı ve havasız ortamına mahkûm edeceğim kendimi. Bulacağım ilk arabayla köy yoluna düşmeli, köyüme ulaşmalıydım zamanlıca. Bitişikteki gazete bayiinden günlük iki üç gazeteyle, bir de Hayat mecmuası alıyorum. Köye taşınırken, eşyalarımla birlikte 50-60 tane kitap götürmüştüm zaten. Bunların bir kısmı öğretmen ağabeyimin emanet kitaplarıydı. Zamanımın büyük bir bölümünü kitap okumakla, kendimi bilimsel ve kültürel yönden geliştirmekle geçiriyordum.

Samsun-Çorum yönünden gelip Ankara yönüne giden otobüsler kasabanın içinden geçiyorlar. Çayevinden aşevinin bitişiğindeki yolcu yazıhanesine geçerek otobüs beklemeye koyuluyorum. Bekleyişim fazla sürmüyor. Çorum yönünden gelen bir otobüs duruyor.

Yazıhane görevlilerinden birisi:

“Ankara, Ankara! “ diye sesleniyor.

Ücretini ödeyerek biniyorum. Diğer yolcuların binmesiyle de otobüs hareket ediyor.

Yolda kar yok. Yolun iki kıyısındaki arazinin karı, yer yer erimiş olsa da her yan karla kaplı yine de. Tüm yol boyunca yağışını sürdürüyor yağmur.

Bir gün önce indiğim Müdü köprüsünde inmiyorum. Alembeyli bucağı da köyüme aynı uzaklıkta. Orada iner, oradan yürürüm diye düşünüyorum. Alembeyli 25.inci kilometrede. Arazi dalgalı olsa da Alembeyli’den Büyükpolatlı köyü görünüyor.

Alembeyli de araba durup indiğimde, açıkçası düş kırıklığına uğruyorum. Yağmur, burada daha şiddetli; bardaktan boşanırcasına yağıyor. Ne şanstı bendeki de. Şimdi ne yapacağım? Diye düşünüyorum.

Yağmurdan korunmak için, yolun kıyısındaki bir evin saçaklığının altına sığınıyorum hemen. Özellikle fileleri, file içindeki diktirdiğim takım elbisemi ve gereksinim maddelerini ıslanmaktan korumalıydım. Ama nereye kadar... Bu yağmurda ve çamurda bir buçuk saatlik yolu nasıl yürüyecek, nasıl ulaşacaktım köye. Şimdi ben, ne yapacağımı, nasıl hareket edeceğimi bilememenin şaşkınlığıyla tam bir açmazda, tam bir çıkmazdaydım.

Otobüse binecek yolcular vardı. Bense yağmur altında binen yolcuları izliyorum.

Birden:

“Ne o Hocam, nerden böyle?” diyen bir sesle şaşırıyor sonra kendime geliyorum.

Kimdir bana seslenen? Hem, beni kim tanır ki buralarda?

Bir de bakıyorum; öğretmen olduğum köyden Haydar adlı bir genç. Yanında yine köyden Çelebi adındaki gençle birlikte iki asker... Ellerindeki torbaları otobüsün bagajına veriyorlar. Yusuf’un yakın arkadaşlarından ikisi de.

Memnun ve mutlu oluyorum onları görmekten.

Gülümseyerek:

“Sungurlu’dan geliyorum. Hayrola? Ya siz?” diyorum

O yanındaki askerleri işaret ederek.

“Aha biz de askerleri yolcu ediyoruz.”

Asker kardeşleri, bir aylık izin sürelerini bitirmiş, Ankara’ya birliklerine dönüyorlarmış. Tek tek vedalaşıyorlar bizimle.

Her ikisine de, hayırlı teskereler diliyorum.

Onların binmesiyle de otobüs hareket ediyor yağmurda ıslana ıslana. İlerdeki rampayı inip gözden ırayana kadar da izliyoruz otobüsü.

Yağmur dinecek gibi görünmüyor.

“Biz de köye döneceğiz” diyor Haydar. Çayevine girelim de hem birer çay içelim, hem de biraz bekleyelim. Belki yağmur diner.”

Onların da köye dönecek olması beklenmeyen bir muştu gibi son derece sevindiriyor beni. En azından can şenliği olurlar bana, diye düşünüyorum.

Yakındaki çayevine giriyoruz hemen. Biraz ıslanmıştım ama önemli değildi. Onlar daha çok ıslanmışlardı. Dışarısını gören pencere önündeki bir masaya çevreleniyoruz.

Gelen çayları yudumlarken bile rahat değilim. Yağmur dinmezse, kendimi kayırmıyorum ama yeni yaptırdığım elbisemi daha sırtıma takmadan, yağmurda ıslanıp berbat olmasından endişeleniyorum. Bir de filemdeki şu gereksinim maddeleri... Çay, şeker, yağ, tuz, defter, kalem, kâğıt ve buna benzer şeyler. Hepsi de su düşmanı ve yağmura karşı korumasızdı.

(SÜRECEK)