Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın ABD’de Trump’a Ruhban Okulu’nun açılması için “söz vermesi” gündemin en önemli maddelerinden biridir. Acaba konu sadece masumane bir okul açılışı mıdır? Kesinlikle hayır. Bu, Cumhuriyet’in temel taşlarının yerinden oynatılması, Lozan’da kurulan dengenin sarsılması, ulusal egemenliğimizin yerle yeksan edilmesidir. Kısacası yeni bir Sevr dayatmasıdır.

Bu, açıktan Cumhuriyet’in kalesine yapılmış bir saldırıdır. Sayın Can Ataklı’nın da köşesinde belirttiği gibi: “Papaz okulu Tevhid-i Tedrisat’a uymadığı için kapatıldı.” Zira Cumhuriyet, eğitimi milli ve laik temele oturtmuştur. Şimdi o kapı yeniden zorlanıyor. Amaç sadece bir okul açmak değil; medreselerin, tarikat okullarının ve cemaat yuvalarının da önünü açmaktır. Bu, Cumhuriyet’in kalesinde gedik açmak; laikliği tasfiye etmektir.

Unutulmasın: Laiklik giderse, Cumhuriyet de gider.

Adı gibi saygın gazeteci Sayın Saygı Öztürk’ün belgelerle ortaya koyduğu gibi: “Patrikhane, Vatikan modeli istiyor; Türkiye’nin denetimini reddediyor.” Bunda haksız değildir. Bunun anlamı açıktır: Türkiye’nin egemenliği hiçe sayılacak, Lozan’ın çizdiği dengeler delik deşik edilecektir. Patrikhane’ye “ekümeniklik” verilirse, İstanbul bir gün “Konstantinopolis” diye pazarlanacak; uluslararası baskıyla “açık şehir” ilan edileceğini göremeyecek kadar kör değiliz.

Oyun yeni değildir; dünkü Sevr dayatması, bugün Ruhban Okulu olarak güncellenmiş hâliyle karşımızdadır.

Patrikhane’nin planı anladığımız kadarıyla şöyledir:

Önce Türkiye’nin kanunlarından kurtulmak.

Ardından Suriçi’ni Bizans’ın kalbi gibi göstermek.

Sonra yabancı ataşelikleri İstanbul’a çağırmak.

Nihayet uluslararası güçlerle İstanbul’u “açık şehir” yapıp yol geçen hanına çevirmek.

Ruhban Okulu, bu zincirin ilk halkasıdır.

Yine Öztürk’ün aktardıklarından anlıyoruz ki, Patrikhane’nin başpapazı Trump’a Türkiye’yi şikâyet etmiş ve baskı yapılmasını istemiştir. Kendi ülkesini emperyalistlere şikâyet eden bir zihniyetin burada “masum bir okul” açmak istemesine inanmak safdillik olur. Durum açıktan emperyalizmin maşalığıdır; ulusal kurtuluş savaşı döneminde içimizde oynanan oyunların tekrarıdır.

Olay masumane bir okul açılışından ibaret değildir. Bu, Ya Lozan, Ya Sevr konusudur. Bu okul açılırsa Cumhuriyet’in temel taşlarından biri yitirilecek; esaretin zinciri, Sevr hortlayacaktır. Bağımsızlığın belgesi, ülkenin tapusu olan Lozan, hükmünü yitirecektir. Bu Sevr tuzağına düşmek, kendi ipimizi kendimiz çekmek anlamına gelir.

Heybeliada Ruhban Okulu’nun açılması bir eğitim konusu değil; doğrudan bağımsızlık konusudur. Yol yakınken susmak, bugün Suriçi’ni kaybetmek; yarın ise Anadolu’nun diğer bölgelerini tartışmaya açmak demektir. Bu yüzden yüksek sesle soruyoruz:

Papaz okulu mu? Mandacılık mı? Sevr mi? Lozan mı? Bağımsız Cumhuriyet mi? Yoksa emperyalizmin giyotinine boynumuzu uzatmak mı?

Türkiye bu oyunu görmeli. Görmezsek kaybederiz; görürsek bir kez daha emperyalizmin hayallerini kursağında bırakırız. Cumhuriyet dimdik ayakta kalır.