"Ey mavi göklerin beyaz ve kızıl süsü...
Kız kardeşimin gelinliği, şehidimin son örtüsü." diye
başlıyordu...
Bu şiiri doya doya okuyan oldu, okuyamayan oldu. Şiirin
verdiği hazzı duyan oldu, duyamayan oldu. Çünkü uzun bir dönem şairler,
yazarlar paylaşıldı bu ülkede.
Karikatüristler, ressamlar, heykeltıraşlar paylaşıldı.
Ozanlar paylaşıldı, türküler paylaşıldı. Türkülerin, şarkıların dinlendiği
alanlar paylaşıldı.
Nazım Hikmet, Ahmet Arif, Hasan Hüseyin solun şairi; Necip
Fazıl, Arif Nihat Asya, Mehmet Akif sağın şairi oldu.
Yaşar Kemal, Orhan Kemal, Aziz Nesin solun yazarı; Peyami
Safa, Nihal Adsız, Cemil Meriç sağın yazarı oldu bu ülkede.
Her kamp karşı kampın yazarını, şairini okumadı ve
okuyamadı. Her kamp karşı kampın ozanlarını, şarkılarını, türkülerini dinlemedi
ve dinleyemedi bu ülkede.
İşte bu şairlerden biri de Arif Nihat Asya. Onun en güzel
şiirini, "Bayrak" şiirini karşı kampın diye okuyamadık. Ama o şiir,
bayrak üzerine yazılmış en güzel şiirdi.
Öyle ki, Türk sağı Nazım'ı okuyamadı, Türk solu Necip
Fazıl'ı. Sanki okumak kimliğini inkâr etmekti. Ve Türk sağı Mahzuni'yi
dinleyemedi, Türk solu Ozan Arif’i.
Yani Türkiye'de her alanda korkunç bir yarılma oldu. Ve bu
yarılma inanç gruplarına da, tüm sosyal hayata da yansımıştı. Konuşulan dile de
yansımıştı. Sağ "İnkılâp" dedi sol "Devrim", sağ "Meselâ"
dedi sol "Örneğin"...
Ama son yıllarda Türkiye'de bir şeyler olmaya başladı.
Nazım'ın vatandaşlığı iade edildi. Nazım'ın, Yılmaz Güney'in, Ahmet Kaya'nın
mezarları Türkiye'ye getirilmek istendi.
Sanki toplum kendini yeni keşfeder oldu. Konuşulmayanlar konuşulur
oldu. Sanki bir kısım tabular yıkılır oldu.
Dersim konuşuldu. Kürt sorunu konuşuldu. Alevi sorunu
konuşuldu. Roman sorunu konuşuldu. Darbeler konuşuldu. Katliamlar konuşulur,
faili meçhuller konuşulur oldu. Yani ülke, bir ölçüde sorgulanır oldu.
Darbecilerin, yaşını büyülterek astıkları Erdal Eren
konuşulur oldu. O karanlık dönemleri bir ölçüde sorgulayan filimler, diziler
yapılır oldu.
Yani iyi şeyler de olmaya başladı bu ülkede. Ruhi Su
dinlenir oldu. Alevi deyişleri dinlenir oldu. İngilizce şarkılar gibi Kürtçe
türküler de dinlenir oldu.
Mevlana törenleri gibi Alevi cemleri de izlenir oldu bu
ülkede.
İşte böyle bir zamanda o güzel "Bayrak" şiirini ve
yazarını, yani Arif Nihat Asya'yı bir hatırlayalım dedik.
Hemşerimiz olan ama şu anda Silivri'de tutuklu bulunan Soner
Yalçın’ın 6 Haziran 2010 günlü Hürriyet'te yazdığı bir yazıdan esinlenerek,
biraz da kopya çekerek Arif Nihat Asya kimdir, bu şiir nasıl yazılmıştır bir
bakalım dedik.
Arif Nihat Asya bir yetimdi. 7 Şubat 1904'te
İstanbul/Çatalca'nın bir köyünde doğdu. Yedi günlükken babasını kaybetti. Dört
yaşındayken annesi evlendi. Dedesi ve ninesinin yanında kaldı. Altı yaşında
ninesini kaybetti, halasının yanında kaldı. Hep yatılı okudu. Ve edebiyat
öğretmeni oldu.
Adana, Malatya, Edirne, Tarsus, Ankara ve Kıbrıs liselerinde
Edebiyat öğretmenliği yaptı. Kısa bir devre, yani bir yıl milletvekili de oldu.
Yeni İstanbul, Sabah gazetelerinde yazılar yazdı.
Ama tüm yaşamında anne özlemi çekti. En güzel anne
şiirlerini o yazdı.
"Arifine kim yavrum der anne?
Beni evlat bilmez elbet her anne
Senin evin, senin dizin saadet
Nerde şimdi öyle mes'ud bir anne!
Bir mukaddes kitap gibi öpeyim
İnce solgun ellerini ver anne
Camlarını kırdı kış ah üşüdüm
Pencereme çarşafını ger anne..." dedi
Şairliğini ilk keşfeden, öğretmeni Mustafa Necati oldu.
(İleride Atatürk'ün Milli Eğitim Bakanı olan). Şiir yazmasını teşvik etti
Mustafa Necati.
Ve yıl 1940, Arif Nihat Asya Adana Erkek Lisesi Edebiyat
öğretmeni. 5 Ocak Adana'nın kurtuluş günü. (5 Ocak 1922). Hatay'ın 1939’da Türkiye'ye
katılımı nedeniyle Adana'nın kurtuluş günü daha görkemli kutlanmak istenir.
Milli Eğitim Müdürü liseye bir yazı gönderir. Kurtuluş günü nedeniyle Adana
Saat Kulesi ile Ulu Cami minaresi arasına çekilen dev Türk bayrağı için daha
uygun bir şiir okunması istenir.
Lise müdürlüğü Arif Nihat Asya'yı görevlendirir. O da bir
grup öğrenciyi uygun bir bayrak şiiri araştırılması için görevlendirir.
Öğrenciler bulamaz. Tekrar araştırın der ama öğrenciler yine bulamaz.
Arif Nihat Asya "Arif, bu şiiri sen yazacaksın"
der. Gece eline kalemi alır. 5 Ocak günü şafak sökerken şiir biter. Ve ilk kez
törende okunur. Okuyan, 1968-1971 arası Opera ve Bale Genel Müdürlüğü yapan ve
o gün öğrencisi olan Aydın Gün'dür.
Şiir coşkun bir alkış ve büyük bir övgü alır. Ama yazarı
bilinmez. Çünkü söylenmemiştir. Sonradan Arif Nihat Asya'nın yazdığı anlaşılır.
Ve bundan böyle kendisine "Bayrak Şairi" denir
Ama bir süre sonra şiir "Komünistlikle" suçlanır.
Oysaki Arif Nihat koyu bir anti-komünisttir
"Bazı beyni keçeleşmiş kişiler, benim o şiiri Rus
bayrağı için yazdığımı söylemişler.(...) Hani ilk mısrada 'Ey mavi göklerin
beyaz ve kızıl süsü9 diyorum ya? Oradaki 'kızıl' kelimesiyle Rus ordusunun
kızıl bayrağını anlatıyormuşum. (...) Oysaki 'kızıl' ve 'yoldaş' kelimeleri
tamamen Türkçe kelimelerdir." der.
Şiirin son kıtası ise "emperyalist mesaj" vermekle
suçlanır.
"Tarihim, şerefim, şiirim, her şeyim;
Yeryüzünde yer beğen
Nereye dikilmek istersen
Söyle, seni oraya dikeyim!..."
Bu sözler "emperyalist mesaj" içerdiği iddiasıyla
"Bayrak Şiiri", edebiyat ve şiir antolojilerine ve de okul
kitaplarına alınmaz!
Türkiye solu ise şiiri ırkçılık kokuyor diyerek bir nevi
kendilerine yasaklar.
Ve ne hazindir ki, bir 5 Ocak günü yazılan ve 5 Ocak günü
ilk kez okunan bu şiirin, yazarı da 1975'in 5 Ocak günü ölür.
İşte "Bayrak Şiiri"nin ve "Arif Nihat
Asya"nın kısaca öyküsü...
İşte Türkiye'nin bir garip hali...