1938'in Ocak ayında vücudunda kaşıntı başlayınca tüm düzeni bozulan Atatürk’e kaplıca tedavisinin iyi geleceği söylenir ve bunun üzerine Atatürk Yalova’ya geçer.

Yalova Termal Otel'de, 22 Ocak 1938 günü Atatürk'ü muayene eden Dr. Nihat Reşat Belgerkaraciğer rahatsızlığından kuşkulanır ve Atatürk'e Siroz teşhisi koyar.

Doktorların yoğun çalışma temposunu biraz düşürmesini istemelerine rağmen Atatürk, çalışmalarına ve yoğun iş temposuna aralık vermez. Çünkü gündemde Hatay sorunu vardır. Bu sorunu çözmeden tedavi olmak istemeyecek, yabancı ülkelere Atatürk hasta dedirtmeyecektir.

Atatürk’ün hastalığının iyice belirginleştiği bir dönemde rahat etmesi için Savarona adında bir yat satın alınır. Atatürk: “Bir çocuk oyuncağını bekler gibi bu yatı beklemiştim. . Mezarım mı olacak bu tekne benim” dediği Savarona’ya 1 Haziran 1938’de geçer. Masada çok büyük bir sorun vardır. “Hatay Sorunu”

Hatay sorununun bir türlü çözüme kavuşturulamaması hastalığın pençesinde kıvranan Atatürk’ü her gün daha çok tedirgin eder. Zira Fransızlara hiç güveni kalmamıştır.

2 Temmuz 1938 bir Cumartesi günü vakit gece yarısını geçmişken Atatürk birden kararını verir ve Genel Sekreteri Hasan Rıza Soyak’a “Bu sabah (3 Temmuz Pazar günü) Ankara Hükümeti Paris Hükümetiyle temasa geçecek, ertesi gün (4 Temmuz Pazartesi) Türk askeri Hatay’a girecek…”

Bu talimat üzerine harekete geçen Dışişleri Bakanı Tevfik Rüştü Aras ve Fransa Büyükelçimiz Suat Davaz’ın yoğun diplomatik çabaları sonucunda 5 Temmuz 1938 Salı günü Albay Şükrü Kanatlı’nın komutasındaki 2.500 mevcutlu, 48. Takviyeli Dağ Alayı’nın askerlerinin Hatay’a girmesi üzerine anlaşılır. Evet, o dönemde Atatürk’ün gündemindeki tek konu, Hatay’ı Suriye’nin elinden kurtarmaktır. Öykümüzün bundan sonrasını Doç. Dr. Orhan Çekiç hocamızdan dinleyelim:

Atatürk'ün Savarona’dan Dolmabahçe'ye getirilmesi çok hüzünlü bir hikâye, adeta bir dramdır. 1 Haziran'da çıktığı  Savarona yatından 26 Temmuz'da ayrılacaktır.

Çünkü 5 Temmuz'da Hatay kurtulacaktır. Bir lider düşünün. Fransa'yı düşünün. O yılları düşünün. 15 senedir direnen Fransa'yı, 56 günde Savarona’da sedye üzerinde dize getiren bir Atatürk düşünün.

 Atatürk Hatay'ı kurtardı. “Çocuklar şimdi benim tedavime başlayabilirsiniz” dedi.  Paşam dediler nasıl taşıyacağız sizi. (Savarona yatından Dolmabahçe Sarayı’na) O kadar geciktik ki.

Israrla 20 gündür size “taşıyalım” diyoruz. Siz karşı çıkıyorsunuz. O zamanlar oturabiliyordunuz, şimdi oturamıyorsunuz da. Bunun üzerine Atatürk “Şu divanı getirin. Bir deneyelim. Tüm çalışanları kamaralarına sokun. Kimse görmesin. Taşınabilecek miyim acaba?

Atatürk kanepenin ortasına oturur. Salih Bozok,  Kılıç Ali, Sivil bir polis ve Cevat Abbas Güler 4 kişi kanepeyi omuzladılar. Atatürk kanepenin ortasına oturdu. Ama oturamadı. Çünkü 42 kiloya düşmüştü. Kemikler  vücuduna batıyordu.  Sağa sola kaykılıyordu. Çok canı yanıyordu.

Bunun üzerine kanepeye uzandı. Savarona'nın ortasında bir döndüler ve dönülebildiğini gördüler. Şimdi sıra Savarona’dan bir motora geçmeleri gerekiyordu. Çünkü Savarona Dolmabahçe'ye yanaşamıyordu. Deniz sığ idi. Onun için bir motorla taşınması gerekiyordu. Sorun da zaten Savarona’dan motora taşınması sırasında idi.

Atatürk’ü kanepeden bir ip merdiven ile indirmek gerekiyordu. Sonuçta Atatürk, büyük bir itinayla Acar motoruna taşınmaya başlandı. Önde doktorlar, bir yanında Genel Sekreteri Hasan Rıza Soyak, bir yanında Kılıç Ali, bir yanında Salih Bozok özenle indirmeye başladılar.

Atatürk'ün canı çok yanıyordu. Acar motoruna indirme sırasında hafiften hıçkırıklar, ağlama sesleri duyulmaya başlandı. Ve bu hıçkırmalar doktorlardan başladı.  Bu esnada Atatürk’ün kendisinin donanmaya kattığı Yıldıray ve Saldıray denizaltıları Savarona'nın altından su üstüne çıktılar.

Bütün Dolmabahçe'nin ışıkları söndürülmüştü. Atatürk Dolmabahçe’ye zifiri karanlıkta girecekti.  Atatürk  Mehmet’ine, Mehmetçiğe öyle gözükmek istemiyordu. O hep Sakarya'daki, Büyük Taarruzdaki Mustafa Kemal Paşa olarak askerine gözükmek istiyordu.

Bu nedenle ışıkların söndürülmesi için hemen birinin atlaması gerekiyordu. Hasan Rıza Soyak hemen kulübeye koştu. Işıklar söndürüldü. Mehmetçik uzaklaştırıldı. Kanepeyi kucakladılar. O sırada su üstünde bulunan Yıldıray ve Saldıray denizaltılarının bütün mürettebatı güverteye çıkmış, esas duruşa geçmişler ve büyük önderi Başkomutanları Atatürk'ü selamlıyorlardı.

Atatürk onları gördü. Elini kaldırdı ve “Allahaısmarladık” dedi.

Bu Atatürk'ün kendi askerine son bakışıydı.

“Bugün, Tüm Türkiye Yağmur Yağmadan Islandı”

Olayın kahramanı Kabataş Lisesi son sınıf öğrencisi Faruk Dursunoğlu. Lise’nin Edebiyat Öğretmeni ise Nihat Sami Banarlı’dır. Bu olayı bugünlere taşınmasını sağlayan ise ‘Atatürk’ün Son Yolculuğu’ belgeselinde anlatan Ali Nejat Ölçen’dir.

Ali Nejat Ölçen o günü şöyle anlatıyor. Edebiyat Öğretmeni Nihat Sami Banarlı Kabataş Lisesi son sınıf öğrencilerine 10 Kasım ile ilgili anılarını kısaca yazmalarını ister. Ali Nejat Ölçen ile Faruk Dursunoğlu yan yana oturmaktadırlar. Nihat Sami Banarlı bir süre sonra Faruk Dursunoğlu’nu ayağa kaldırarak yazdığını okumasını ister.

Öğrenci Faruk Dursunoğlu sadece bir cümle yazabildiğini, başka bir şey yazamadığını söyleyerek yazdığını okumak istemez. Nihat Sami Banarlı ısrarla öğrencisine yazdığını okumasını söyler. Bunun üzerine öğrenci Faruk Dursunoğlu “Bugün Tüm Türkiye Yağmur Yağmadan Islandı” der.  Bu sözler üzerine Nihat Sami Banarlı cebinden mendilini çıkarıp gözyaşlarını silerek sınıftan çıkar. Bugün, Tüm Türkiye Yağmur Yağmadan Islandı.