Yine bir gün bu alkolik genç kriz döneminde, arsanada çalışan babasından para istemiş. Babası, henüz kazanamadığını, iş tesliminden sonra para alabileceğini, akşama doğru para verebileceğini söylediği halde, o “sende para vardır, şimdi vereceksin” diye babası ile tartışmışlar. Tartışma sonu, baba oğul kavgaya dönüşmüş. Kavganın çığırından çıktığı anlarda alkolik oğul elindeki bıçağı arsanada bağlı ata saplamış. Baba mani olamayınca, elindeki, arsana taşının altına buğdayları sürekli ittiği “gelberi” denen ağaç saplı demir aracı, ‘el-yüz, kafa göz’ demeden rastgele oğluna vurmuş. Sonunda oğulun el yüz, kafa göz kan içinde kalmış. Oğlu ile ‘başa çıkamayınca’ yardım çağırışları sonunda atı ve babayı sokaktan geçenler kurtarmış.

Ben Yazı Çarşı meydanlığında oyun oynarken bu alkolik genci eli yüzü kan içinde, yürüyerek hastaneye götürülürken gördüm. Henüz biz Mavral sokağına taşınmamıştık. İlerleyen zamanda da iyileşince yüzünde kalan uzunca bir iz görürdük... yazı Çarşı ve Osmancık Caddesi’nde, Çaygeçe’de bazen böyle hoş olmayan şeyler de görür, duyardık...

ÇAYIRA KONAN UÇAK

Çaygeçe’de, Çiftlik Mezarlığı’nın kuzey batı uzağında Yeniköy’e yakın, halk arasında Ba’lik Çayırı (Beylik) denen düz ve geniş bir çayır vardı. Bu çayır mera olmuş olmalı ki, belli bir bölgenin otlağıydı. Geniş, coğrafi tabirle ‘masa’ görünümlü, oldukça düz bir alandı.

Bugün bu Ba’lik Çayırına tayyare (uçak) ineceğini söylediler. Tayyare dediysem, üçyüz beşyüz yolcu kapasiteli, kırk elli bin fit irtifada uçan, uzun menzilli uçaklar değildi. Gerçi o yıllar böyle uçaklar ülkemizde yokmuştur da, gelişmiş ülkelerin var mıydı bilmiyorum.

Çayıra inen uçak iki kişilik, çift kanatlı, pervaneli, halk arasında “pır pır” diye adlandırılan uçaktı. Böyle de olsa, bizler için görmeye değer bir teyyare idi. Çünkü o güne kadar pek çoğumuzun uçağı yalnızca havada gördüğünü söylersem, yanılgıya düştüğümü zannetmiyorum. Havada gördüğümüz uçağı da her zaman değil, ‘binde bir’di. Şayet gürültüsünü duyarsak, “bakın uçak gidiyor” diye birbirimizi uyarır, bakardık.

Biz çocuk olarak havada bir uçak görürsek, hemen bacaklarımızın arasın bir dal parçası alır, o atımız olurdu. Atımıza biner, uçak yönünde koşarak uçakla yarış yapardık. Yarışı elbette biz kazanırdık. Bizim atımız uçaktdan hızlıydı; uçak tosbağa (kaplumbağa) hızıyla gidiyordu çünkü. Çocukluk işte... çocukluk güzel şeydi be... keşke çocuk ruhlu kalabilseydik...

Ba’lik Çayırına inen uçağı görmeye, zannediyorum Çorum halkının çoğunluğu gitti. Biz de gittik çocuk olarak. Hem de koşa koşa ve yalın ayak. Gittik ki, çayırın etrafı ana baba günü. Kimisi oturmuş, kimisi ayakta, uçağın iniş kalkış alanı boş. Uçağı, İskilipli Deli Orhan diye bir pilotun getirdiğini söylediler.

“Bu deli Orhan var ya, vallahi tayyareyi İsliyip yoluna bile indirir” diye övgüyle tanıtıyorlar Deli Orhan’ı... ve çeşitli konuşmalar oluyor İskilipli Deli Orhan hakkında...

(SÜRECEK)