Diğer Nalbant Kamil ustanın dükkanı benim çocukluk evimizin karşısındaydı. Nalbantlar genellikle yalnız çalışır. Ben çocukken bazen Kamil ustanın çıraklığını yapardım. Nalları kalın sactan kendisi keser, deliklerini kendisi açardı. Kenarlarını kendisi kalınlaştırırdı. Ancak nal kesişleri yalnız yapılamadığı için, çekicii makasa vurmaya, çocuk da olsa bir kişiye ihtiyacı olurdu. Onu da biz yapardık. Kalın sacı küçük parçalar aayırır, sonra nal şekline getirirdi. Bize çekiç vurdururken önce, sacı tuttuğu sol elinin iki parmağına meşin kılıf geçirir, nal yapılacak parçayı tutar, biz çekici makas üstüne vururduk. Bazen çekici makastan saptırır parmağına vurduğumuz da olurdu. O anda bize kızar “ne yapıyorsun lan, parmağıma değil, makasa vur” diye de azarlardı. İsteyerek vurmadığımızı bilir, bizi dövme kovma gibi bir harekette bulunmazdı.

Çocukluk işte, becerebildiğimiz kadar yapardık her işi. Kamil Usta bize çekici para karşılığı vurdururdu. Beş nal kesimi bir kuruş, yirmi beş nal kesimi beş kuruş. Nal kesimi bitince hemen çıkarır verirdi beş kuruşu. Sevinirdik biz de... harçlığımızı çıkarıyorduk çünkü.

KUM ÇEKEN ARABACILAR

VE SARI ALİ

Yazı Çarşı’da Nalbant Şükrü’nün atları nallarken bağlanan çay kenarındaki ağaçlar Derin Çay’dan arabalarla kum çeken arabacılara dinlenme yeri de olurdu.

Ben o yıllar okul tatillerinde Yusuf Softa’nın kahvede garsonluk yapıyordum. Derin Çay’dan arabalarına doldurdukları kumları çeken atlar buraya gelinceye kadar yorulurlar, arabacıların kendileri de dinlenme ihtiyacı duymuş olmalılar ki, kahve karşısında çay kenarındaki ağaçların yanına gelince mola verirlerdi. Çoğunun ayakları yalın, pantolonları diz kapaklarına kadar sıvalıydı. Ağaçların gölgesinde atlarına torba takarlar, kendileri de fırnıdan sıcak somun alırlar, çaylarını da çoğu zaman Nalbant Şükrü söylerdi.

Nalbant Şükrü arabacılara takılır, özellikle de yalınayak gelen arabacılara “Atlarınız gibi sizler de nallanmak istiyorsunuz herhalde. Aşınızı ekmeğinizi yeyin de ondan sonra...” der, sonra bana da “Bu Sarı Ali’nin ne içeceğini, nasıl içeceğini biliyorsun, unutma...” diye tembih eder, çay paralarını da peşin öderdi.

Arabacılardan Sarı Ali çay içmez, şerbet (şekerli su) içer, onu da mutlaka çok tatlı olsun isterdi. Ben çay getirmeye giderken “Bahri şekeri bir iki parça fazla koy, olur mu?” diye kulağıma fısıldar, bu fısıldamayı her seferinde yapardı.

O zamanlar kesme şekerler çok katı ve sertti. Özel yapılmış şeker makası ile küçük küçük kesilir, ayaklı küçük şekerdenliklere kahve işleticisi patronlar tarafından birkaç parça konurdu.

Arabacıların ağaçların gölgesinde sıcak somun, çay, şerbetle karınlarını doyururken Nalbant Şükrü onlara çeşitli şakalar yapar, samimi sohbetten sonra bana seslenir “Oğlum, bunlara  birer demli keyif çayı daha ver; paralarını da kendilerinden al” doese de bazen yine de kendisi öderdi.

(SÜRECEK)