“Güzeel” dedi yine. “…güzel bir soru. Ben İranlıyım dedim ya; aslında daha çok Türkiye’de yetiştim. Türk kültürünü aldım. Liseyi İran’da okuduktan sonra babam bizi Türkiye’deki üniversiteye gönderdi. Biz yedi kardeşiz; dört kız, üç oğlan. Benim bir de ikizim var, o da doktor. Ben 1980’de geldim Türkiye’ye. Ee, şimdi elli sekiz yaşındayım ya, kırk senedir Türkiye’deyim. Daha çok Türk kültürünü almışım. Evliyim, on sekiz yaşında kızım var. Kızım Seba, Samsun 19 Mayıs Üniversitesi Tıp Fakültesi’nde okuyor. Hanım da onun yanında. Ben Diyarbakır’da çalışıyordum dedim ya, Diyarbakır neree, Samsun nere… Onlara yakın olmak için. Cumartesi pazar kızımın yanına gidiyorum.”

Mesajı almıştım. “Kızımın yanına gidiyorum.” deyince, benim de hinliğim tuttu. Ve hemen şaka yollu:

“Ee, doktorcuğum neden anasının yanı değil de kızınızın yanı?” diye bir soru sordum.

“Bak Bahri Hocaam, bu herkese anlatılmaz. Aile sorunu.” diye beni çok kibarca azarlarcasına ve ‘aile işlerine burnunu sokma’ dercesine bana ikazda bulundu.

“Özür dilerim doktorcuğum, şaka yaptım.” dedim.

Benim özür dilemem karşısında bir elimi eline alarak:

“Tabii ki şaka Bahri Hocaam.” diye gönlümü almaya çalıştı. Hemen sonra “Hanımla aramız biraz limoni.” dedi.

Gerçekten mahcup olmuştum, tekrar özür diledim. Ancak o, konuyu değiştirerek:

“Ha, bir de Çorum çok temiz. Güvenliymiş de…” diye, Çorum’u tercih nedenlerini söyledi.

“Diyarbakır?” dedim.

“Diyarbakır mı? Diyarbakır’da her gün olay oluyor. Biz hastanedeyiz, pek olaylarla ilgimiz yok. Ancak ben her sabah altıda kalkarım. Sonra dışarıda yürüyüşe çıkarım. Aletli spor yaparım. Sabah çok erken yürüyüşe çıktığımda ne de olsa kuşku duyuyor insan.”

“Çorum o bakımdan güvenlidir. Çorum’un bir özelliği de halkının çok cana yakın olması ve dışarıdan gelen insanları daha çok sevmesidir.” diye açıklamada bulundum.

“Daha henüz beş günlük Çorumlu olmama rağmen bu söylediklerinizi sezinledim. Ve çok sevdim Çorum’u ve de Çorumluyu.”

***

Dr. Sadık Ekber’le sohbet uzamış gidiyordu. Ayrılmak istemiyordum. Ancak akşam olmuştu. Çok tatlı ve samimi bir anlatımı vardı. Hele bir de “ben” yerine “men” ve “dedim”, “dedi”li bazı ifadeleri ile anlatımına doyum olmuyordu.

Benim prensibimdir, akşam ezanı okunmadan evde bulunmak. Pek gece hayatım yoktur. Aile hayatını daha çok severim. Çorum’da söylenen bir deyim vardır “yerler mühürlendi” diye. Şimdi oynanmıyor; ama bizim çocukluğumuzda çocuk oyunları hep dışarıda olurdu. Toprakta ve yalın ayak. Doyamazdık oyunlara. Hele yaz aylarının akşamüzerleri oyunlarımız öyle tatlanırdı ki dağılıp eve gitmeyi istemezdik. Esnaf dükkânlarını kapatıp evlerine giderken biz çocukları azarlarcasına uyarırlardı. “yerler mühürlendi, akşam ezanı okunuyor, haydi evlerinize…” diye. Biz ancak o zaman anlardık akşamın olduğunu. Ve ezanın okunduğunu o zaman duyardık. “Yerler mühürlendi” söylemi Hititlerden kalma diye bilinir; ama halkın söyleminde “artık yerlere basmayın, akşamın karanlığında yalın ayaklarınıza bir şeyler batar/keser” anlamındaydı sanırım. Ancak biz ayaklarımızın kesilmesine, bir şeylerin batmasına aldırış etmediğimizden; büyüklerimiz ‘yerlerin mühürlenmesini’ ve bu mührün ‘ezan okununca yapıldığını’ söyleyerek çocukları mı korkuturlardı, bilmiyorum. Yoksa ‘dinsel bir inanışa mı’ bağlıyorlardı.

Dr. Sadık Ekber’e bunu anlattım.

“Mesaj alınmıştır Bahri Hocaam. Ancak Bahri Hocam şunu da kısa olarak söyleyeyim de ondan sonra dağılalım. Hani siz dediniz ‘dağılmayı.’ Men Çorum’a geldiğimde hiç kimseyi tanımıyorum. Kimse de beni tanımıyor. Ama ben yalnızlığı sevmem. Sosyal bir kişiyim. Yalnızlığımı gidermek için Allah’a konuştum. Dedim Allah’ım beni nurlu bir yüzle, tatlı dilli, ama dürüst, hem de alçakgönüllü biri ile tanıştır. O anda bankta sizi yalnız oturur gördüm. Onun için gelip oturdum yanınıza, tanışmak istedim. Sizi işaret etti Allah’ım. Beni yalnız bırakır mı? İnanıyorum buna. Hiçbir şey tesadüf değildir. Her şeyde bir hikmet vardır. Bunlara men çok inanıyorum. Çok tatlı sohbetimiz oldu. Yine arayabilir miyim sizi?”

(SÜRECEK)