Bazı kavramlar çağ değiştirir, bazıları ise çağlara meydan okur. Dalkavukluk da bunlardan biridir. Kılık değiştirir, mekân değiştirir, üslup değiştirir fakat özü değişmez. Saray merdivenlerinde başlayan bu “meslek”, bugün plazalara, televizyon ekranlarına, sosyal medyaya ve hatta makamlara kadar uzanmış durumda.
Dün buna dalkavukluk denirdi; bugün daha güncel bir adı var:Yandaşlık. Bir diğer deyişle yalakalık…Üstelik artık bir davranış biçimi değil, sanki bir kariyer planı.
Dalkavuk, çıkar kapısını el-etek öperek çalan kişidir. Yaranmak için akla gelmedik övgüler dizer, yapay hayranlıklar üretir, kişisel çıkarlarını efendisinin gölgesine saklar. Eski zamanlarda bu insanlar üç beş kuruş karşılığında efendilerini güldüren, zararsız şaklabanlardı. Ama işin rengi, o şaklaban bir makama oturduğu an değişir.
Zira gücü ehliyetsiz birine verdiğinizde, sesini ilk yükselteceği kişi yine onu o makama taşıyan olur. Tarih bunun örnekleriyle doludur.
Yönetmenin iki yolu vardır: Biri bilimdir, diğeri zulüm. Ve bilimden uzak olan her yönetim, sermayesini doğal olarak zulümle toplar.
Bilim, ehliyet ister; liyakat ister. Ama dalkavukluk için sadece eğik bir bel ve yağlı bir dil yeterlidir. Bu ikisine sahip olanlar, makam kapılarında hızla yükselir. Sonra da har vurup harman savurur; çünkü kazandıklarının bir bedeli yoktur.
Bir zamanlar dalkavukların yeri kapı arkasıydı. Bugün ise televizyon ekranları, “danışman” odaları, parti koridorları, bürokrasi katları ve sosyal medya vitrinleridir. “Aman efendim, çok yaşayın efendim, sizin dediğiniz doğru efendim” nakaratı hiç bitmez.
Bu tabloyu en özlü şekilde anlatanlardan biri Cumhuriyet dönemi bilgesi İlhan Selçuk’tur. Onun tespitleri bugün daha da canlıdır: “Dalkavuk Doğu’nun ürünüdür... Soytarı Batı’nın...” Ve şöyle devam eder: “Dalkavuk Doğu’ya özgüdür; işi gücü ‘evet efendim, sepet efendim’ havası içinde maskaralık yapmak, efendisini güldürmek, şaklabanlık türetmektir... Dalkavuk soytarıdan da beter bir kimliği simgeler...”
Soytarı Batı’da efendisini eğlendirirken aynı zamanda ona iğne batırabilir. Bu, hoşgörünün sınırıdır. Dalkavukta böyle bir özgürlük yoktur. Çünkü karşısında hep asık bir surat, çatık bir kaş ve “sakın yanlış bir söz söyleme” talimatı vardır. Dalkavuğun tek silahı yağcılık; soytarının ise hakikate dokunabilen iğnesidir.
Bugün dalkavukluk artık bireysel bir zaaf değil, kurumsallaşmış bir mekanizmadır.
En tehlikeli olan da budur.
Yalakalığın ödül aldığı bir sistemde hakikatin sesi kısılır; eleştirel akıl susturulur. Omurgalı olmak yük hâline gelir. Dik durmanın bedeli ağırlaşır; eğilenlerin kazancı artar.
Bugünün dünyasında dalkavukluk yalnızca siyaset alanında değil; medya, iş dünyası, akademi, kültür-sanat ve bürokrasi gibi her alanda karşımıza çıkan görünmez bir ağ hâline geldi. Birileri balon şişiriyor; birileri de o balonları patlatıyor. Patlatanlar genelde soytarılar; şişirenler ise her daim dalkavuklardır.
Tarih göstermiştir ki: Dalkavukların şişirdiği her balon er geç patlar. Asıl mesele, o patlamanın altında kimlerin kalacağıdır.