Hz. Musa, çobanın söylediklerini duydu ve çobana “bunları kime söylüyorsun” diye sordu. Çoban da “Bizi yaratan, yer ile göğü donatan, kudretiyle zuhura getiren yüce Allah’a söylüyorum” dedi.
Musa A.S. çobana “Ey çoban, kendine gel. Çıldırdın mı sen. (Allah insan mı ki ona insan gibi sesleniyorsun) Müslüman olmadan kafir olmuşsun.”
Bunlar ne saçma şeyler. Bunlar içinden gelse bile bunları söylemek için ağzına pamuk tıka.”
Hz. Musa, “Ey çoban, senin küfrünün kokusu dünyayı sardı. Pin kumaşını eskitti.”
Çarık ve dolak senin gibilere lazım. Lateşbih. Bir güneşe bunlar ne lazım.
Eğer bu sözlerinden tevbe etmezsen bir ateş gelir, bütün kainatı yakar.
Allah’ın hakimi mutlak olduğunu biliyorsan, bu sözler sana layık değildir. Delinin dostluğu gerçekte düşmanlıktır.
Hak teala senin söylediğin hizmetlerden masun, korunmuştur. Ey çoban bu sözleri amcana mı, dayına mı, kime söylüyorsun. Cinsiyet ve ihtiyaç Allah’ın değil, senin sıfatındır. Yok sen kendini Allah’ın has kulu zannediyorsan, o zaman Allah’ın halifesi isen, Allah’ın kullarına, Allah’ın sıfatlarının gereği olanları yap. Yani Allahü azimüşşan kıyamet gününde kullarından birine diyecek ki;
(Hadisi kutsidir, yani sözleri R.SAV.e manası Allah’a ait olan söz hükümdür.
Hadis: Sözü de manası da R.SAV.e ait olan söz, fiil ve takrir. Başkasının yapıp da R.SAV.in uygun gördüğü hallerdir. Bunlara hadisi şerif denir. Bir de ayet ki; sözü, lafzı ve manası ulu Allah’a ait olan kelamı ilahi, Allah kelamıdır. Kur’an-ı Kerim gibi)
“Ey Adem oğlu. Ben hastalandım, beni ziyaret etmedin. İstisfarı hatır, hatırımı sormadın. Senden yemek istedim bana yemek vermedin. Senden su istedim, bana su vermedin diyecek. Bu hitaba muhatap olan kul cevaben; Yarabbi, haşa sen bir suret değilsin ki, seni ziyaret edeyim. Sen bir can değilsin ki sana yemek ve su getireyim. Sen Rabbülaleminsin. Bu gibi şeylerden müstağnisin (muhtaç değilsin) diyecek.
Cenab-ı Hak da, o kuluna tekrar:
Bilmedin mi ki benim falanca kulum hastalandı, gözü kapıda ziyaretçi gözledi. Onu yoklamadın. Ona bir lokma, bir kase su vermedin. Yani kulumu benim hatırım (rızam) için ziyaret etmedin diyecektir. Şimdi, çobanın münacaatı ile gelişen ve hadisi kudsi ile anlatılan hadiste de bir ince nokta vardır. Burayı söylemezsek konu müphem (kapalı) kalır. O da şudur:
Allah cc. Sani-i kainattır. Yani kainatın yaratıcısıdır. Ayette “ve nefahtü firruhi” ben size ruhumdan üfledim buyuruyor. Hz. İsa’nın yaratılışı, cinsel değil, Cebrail’in üflemesi iledir. Onun için Hz. İsa A.S.e ruhul kudüs, mukaddes ruh denir. Onun için Allah kendi iradeyi küllisinden insanlara cüzi irade vermiştir ki, sorumluluğumuzun sebebi de budur. Yani istediğimizi, arzu ettiğimiz gibi yapma hürriyeti olmasaydı, o zaman robot gibi olur ve sorumlu da olmazdık. Bundan dolayıdır ki, ulu Allah kullarına verdikleri nimetleri başkaları ile paylaşmayı emreder. Gerçekte nimetin hakiki sahibi Allah’tır. İnsanlar emanetçidirler ve bunun içindir ki insanlar mezara bir avuç dünya malı götüremezler. Hepsi manevi dünyada yaptıklarını götürebilirler.
Hz. Mevlana yukarıda arzedilen hadisi kudsiye işaret ediyor ve “Kulum bana nafile (yani borçlu olmadığı ibadetler) ibadetlerle yaklaşırlar. (Farz olanlar zaten kulun borcudur. Nafileler Allah’a kulun hediyesidir ki, o zaman ben o kulumu severim. Sevince de onun gören gözü, işiten kulağı ve tutan eli olurum”
Bu ne demek; nafilelerle Allah’a yaklaşan kullar veli -evliya- derecesine ulaşırlar. O zaman onlar diğer sıradan gözlerin görmediğini, işitmediğini ve tutamadığını görür, işitir ve tutar hale gelirler.
Allah’ın has kullarına ölçülü saygı gösttermeli, onlara edep dışı söz söylemek kalbi öldürür ve insanın defteri amelini kirletir. Kadına kadın adı, erkeğe erkek adı verilir. Mesela, bir erkeğe en güzel bir kadın adı olan Fatıma ismini koysan, asla uygun olmaz. Kendine Fatıma denmesinden hiçbir erkek memnun olmaz. Öyle ise, herkese layık olduğu isim, ünvan ve sıfatla hitap etmeli, herkese gereken değeri vermelidir. Buradan, Mevlana hazretleri, el, ayak, göz, kulak vs. gibi azalar insanlar içindir, Allah cc. için kullanılması asla caiz ve doğru olmaz. İşte Mevlana bunu anlatmak istiyor.
Hz. Musa, çobanın Cenab-ı Hakka yakışmayan sıfatlarla yakarışına karşı çobanı acı sözlerle tenkit etmiş ve gerçek olan sıfatlarla onu anmanın lüzumunu anlatmıştır. Hz. Musa’nın ikazı sonucu aklının erdiğince, dilinin döndüğünce münacaat eden çoban ulu Allah’a yakarışı bıraktı. Kalbindeki ihlas ve samimiyeti söndü. Bunun üzerine, Hz. Allah, Hz. Musa’ya vahyetti ve ona hitaben, “Ey Musa, sen insanları bana iletmek için mi geldin, yoksa onları benden uzaklaştırmak için mi gönderildin” dedi. Ve devam etti: “Ya Musa, en sevmediğim ama helal kıldığım iş, boşanmadır. İki kişiyi, karı-kocayı birbirinden ayırmaktan nefret ederim. Ama onlar birlikte olamadılar. Ben de onu caiz kıldım. Bir kadını kocasından ayırmayı sevmeyen ulu Allah kulunun kendinden ayrılmasını asla onaylamaz. Çünkü karısından ayrılan erkek başka bir kadın alabilir. Kadın da başka bir koca bulabilir. Ama rabbinden ayrıla kul kime gidecek. Gidilecek ikinci rab yok ki” diyor.
“Ya Musa, biz azim üşşan dile ve söze bakmayınız, ruha ve hale bakarız. Biz kulumuzun (sözüne- sazına) değil, onun kalbine, niyetine bakarız” buyuruyor.
Yüce Allah bir hadisi kudsisinde bu hususu R.SAV.in dili ile şöyle ifade ediyor: “Allah sizin hakikatta suretlerinize, mallarınıza göründüğü şekliyle, amellerinize bakmaz. (Velakin yenzuru ila kulubiküm, ağmaleküm) Lakin sizin kalbinize ve ihlaslı amellerinize (sözü ile özü bir olan) bakar” buyurmuştur.
SÜRECEK