Türkiye Büyük Millet Meclisi’nde kabul edilen yeni maden yasası doğanın yararına değildir. Aksine doğayı delik deşik etmeye ant içmiş sermaye çevrelerinin çıkarı için düzenlenmiş bir yasadır.
Bu yasa ile ormanlık sahalarda, zeytinliklerde, meralarda, dahası sit alanlarında bile “kamu yararı” gerekçesi ile maden arama ve işletme ruhsatı verilecek. Kısaca devlet doğaya karşı savaş açtı. Bu savaşta ağaçların yanında köylüler de hedefte.
Yasanın en tehlikeli ve korkunç maddesi Orman Kanunu'nun 16. ve 17. maddelerine getirilen eklerle, şirketlerin ormanları delik deşik etmesinin önü açılıyor. Önceden “zorunlu” koşullar aranıyordu. Bundan sonra sadece “ekonomik gereklilik” yeterli olacak. Yani bir şirket “burada altın var, para var” dediyse, o bölgedeki zeytinliklere Allah rahmet eylesin. Zeytin ağaçlarını kökleyecekler. Üstelik ÇED raporuna da gerek yok. Katliam için acele edilebilecek. Doğa katliamları meşru hale geliyor.
Zeytin bu kadim toprakların simgesidir. Yapılan hazırlıklar onları yok edip oralara zehir kazıkları çakma hazırlığı yapılıyor. Bundan birkaç yıl önce Soma’nın Yırca Köyünde zeytinleri söken dozerlerin karşısına köylülerin dikildiğini unutmadık. Bugün uğraş Kazdağları’ndan Akbelen’e, Fatsa’dan İkizdere’ye kadar her yerde durmadan dinlenmeden sürüyor.
Muğla İkizköy’de yaşanan çarpıcı bir direniş var. Limak Holding ve İC İctaş tarafından yürütülen kömür madenciliğine karşı yıllardır direniyorlar. Direniş şimdi açlık grevine dönüştü. İkizköy direnişçilerinden Nevin Arslan: “Ormanlarımızı savunmak için ölümü göze aldık. Bu yasa sadece doğayı değil, bizi de yok sayıyor” demektedir.
Sayın Prof. Dr. Cemal Saydam: “Bu yasa doğaya karşı ilan edilmiş bir savaştır.” derken Ankara’da sessizlik, köylerden ise çığlık yükseliyor. Köylünün yaşlısı genci ellerinde kazma, kürekle ağaç nöbetindeler. Bu yasa halkın değil, şirketlerin istekleri doğrultusunda hazırlanıyor ve gece yarıları da meclisten geçiriliyor.
İktidar, madencilikte “yerli ve milli kaynaklarımızı ekonomiye kazandıracağız” diyor. Sahi mi? Peki, bu madenler kimin elinde siz madenleri işgalden mi kurtarıyorsunuz. Yoksa yerli işbirlikçileri ile çok uluslu şirketlere peşkeş mi çekiyorsunuz. Kazdağlarını delik deşik eden Alamos Gold firmasının yüzde 90’ı Kanadalıların değil mi?
Erzincan İliç’de yaşanan siyanür faciası ders olmadı. Bu yasa ile daha beteri gelecek.
Bir ülkenin doğası, toprağı yabancılara emanet edilirse artık o topraktan hayır bekleme. Doğayla birlikte kültürümüz her şeyimiz gider. Oradaki gariban köylüye de yeni bir vatan aramak düşer. Bulmak kolaysa. Bunu sadece bir çevre sorunu olarak almak yanlıştır. Bu bir yaşama hakkıdır.
İkizköylü Nevin Abla açlık grevini sadece ağaçlar için yapmıyor. Köyü için, yaşam hakkı için, torunlarının geleceği için yapıyor. Orman, tarla, meralar yok olacak. Su havzaları kuruyacak. Tarım, hayvancılık ölecek, köyde hayat çökecek.
Ormanlar ve zeytinlikler anayasal güvence altına alınmalı. ÇED olmadan hiçbir uygulamaya izin verilmemeli. Yerel halkın izni olmadan hiçbir faaliyete başlanmaması anayasal zorunluluk olmalı.
Sonuç olarak: Yeşili kesersen, toprağı dozerlerle kazar siyanürlü zehir ile yıkarsan, köylüyü açlıkla terbiye edersen, doğaldır ki karşında köylünün direnişini bulacaksın. Şimdi Ankara’da cehennem sıcağında doğa ve insanlık değerleri için açlık grevi yapan İkizköylüler yüreğiniz yüreğimizdir.
Tüm parti ve demokratik kuruluşlar bu onurlu mücadeleye destek vermeli.