Değerli dostlar, bu yılki gezimi Akdeniz Bölgesi’nde yapma fırsatı buldum. Tarsus’ta başlayıp Anamur’da sona eren on günlük kısa bir yolculuktu bu. Doğaldır ki, bölgeyi bir gazeteci gözüyle ve yazar kalemiyle gezen insan, bazı gözlemlerini not almadan edemiyor. Ayrıca, son yazımda okuyucularıma gezi notlarımı yazma sözü de vermiştim.
Geçtiğim güzergâhta iki ilçe özellikle dikkatimi çekti: Tarsus ve Anamur. Her iki ilçede de şehirlerin çehresini değiştirecek düzeyde çalışmalar yürütüldüğünü gördüm. Bu gelişmeler, sıradan bir gezginin bile fark edebileceği kadar belirgindi.
Ne var ki, aynı bölgede bazı ilçelerde bambaşka bir tabloyla da karşılaştım. Sahil boyları ranta teslim edilmiş; denizin mavisiyle birlikte gökyüzünün ferahlığı da gökdelenler tarafından işgal edilmişti. Adeta nefes alınamayacak kadar dar sokaklar, beton duvarların arasında sıkışmış bir yaşam… Buna şehirleşme değil, olsa olsa çağdaş betonlaşma demek gerekir.
Çukurova Havaalanı’na indikten sonra eşimle birlikte yolculuğumuzun ilk durağı Tarsus oldu. Tarsus’a ilk kez geliyordum. Açık söyleyeyim, beklediğimden çok daha fazlasını buldum. Bu şehir, yalnızca bir yerleşim yeri değil; tarihin, doğanın ve insan emeğinin iç içe geçtiği yaşayan bir kültür mirası adeta.
Her Taraftan Tarih Fışkırıyor, Tarihin Nabzı Bu Topraklarda Atıyor
Tarsus’un tarihi, insanlık tarihinin en eski dönemlerine kadar uzanıyor. Hititler, Asurlar, Persler, Romalılar, Bizanslılar, Araplar ve Osmanlılar bu topraklarda hüküm sürmüş; her biri Tarsus’a bir katman eklemiş.
Efsaneye göre kenti kuran Tarkondimos, Tarsus’a adını vermiş. Roma döneminde ise şehir, Cilicia (Kilikya) bölgesinin gözde merkezlerinden biri olmuş. Kleopatra Kapısı, Roma İmparatoru Antonius ile Mısır Kraliçesi Kleopatra’nın buluşmasına tanıklık etmiş; tarih boyunca aşkın ve gücün sembolü olarak kalmış.
Tarsus aynı zamanda Hristiyanlığın önemli merkezlerinden biri olarak biliniyor. Aziz Paulus’un (St. Paul) doğduğu kent olması, onu üç büyük dinin de ilgisini çeken bir merkez haline getiriyor. Bu nedenle Tarsus, geçmişte olduğu gibi bugün de inançların buluştuğu bir şehir olma özelliğini taşıyor.
Coğrafya Cömert, Ovalar Verimli ve Eşsiz Bir İklim
Tarsus, Mersin iline bağlı, Çukurova Ovası’nın güneyinde, Toros Dağları’nın eteklerinden Akdeniz’e kadar uzanan geniş bir coğrafyada yer alıyor. Özel konumu, şehri gerek stratejik gerekse tarımsal açıdan zengin kılıyor. Tarsus, ülkemizin turfanda sebze ve meyve ambarı gibi.
Tipik Akdeniz iklimi sayesinde Tarsus; narenciye, zeytin, pamuk ve buğday gibi ürünlerde bereketin sembolü haline gelmiş. Bu topraklarda Çukurova’nın cömertliğini, Anadolu insanının üretken ruhunu görmek olası.
Şelaleler ve Mağaralar: Eşsiz Doğal Güzellikler
Tarsus’un güzelliği yalnızca geçmişinde değil, doğasında da gizli. Tarsus Şelalesi, Berdan Çayı’nın berrak sularının coşkusu ile şehir merkezine yakın bir noktadan çağlayarak dökülüyor. Şelale, doğanın melodisini tarihle buluşturduğu söyleniyor; yaz aylarında serinlik verirken her mevsimde huzur sunuyor.
Bir diğer doğa harikası ise Eshab-ı Kehf Mağarası. İnançlara göre burada, Kur’an-ı Kerim’in Kehf Suresi’nde anlatılan “Yedi Uyurlar” uzun bir uykudan uyanmıştır. Hem Müslümanlar hem Hristiyanlar için kutsal sayılan bu mağara, Tarsus’un tarihsel ve ruhsal derinliğini yansıtıyor.
Taş Evler, Baharat Kokuları ve Cezerye Tadında Bir Şehir
Tarsus sokaklarında gezerken, taş evlerin gölgesinde tarihle yürüyorsunuz. Ulu Camii, Kırkkaşık Bedesteni, Nusret Mayın Gemisi Müzesi, Roma Yolu ve Kubatpaşa Medresesi gibi eserler, insanı geçmişin izleriyle buluşturuyor.
Kırkkaşık Bedesteni’nde Serpil Demir’in adına tescilli “kaynar”ını içmezseniz büyük eksiklik olur. Kendine özgü, tadına doyulmaz bir lezzeti var. Neden ve nasıl yapıldığını soruyoruz; alçakgönüllülükle anlatıyor. Tarifini ve malzemesini aldığımız kaynardan aynı lezzeti alabilecek miyiz, henüz deneme fırsatımız olmadı.
Tarsus, mutfağıyla da bir kültür harmanı. Siptilli Çarşısı ve Gastronomi Merkezinde Tarsus kebabı, fındık lahmacun, humus, analı kızlı ve yüzük çorbası gibi eşsiz lezzetleri tadıyoruz. Sadece damaklara değil, insan ruhuna da hitap eden tatlar bunlar. Bu mutfak, doğanın bereketiyle insan emeğini birleştiren bir kültürel miras sofrası.
Geçmişle Geleceği Harmanlayan Şehir
Tarsus, bir yandan tarihî kimliğini koruyor, diğer yandan çağdaş bir kent dokusunun örneklerini veriyor. Şehrin genç ve dinamik CHP’li Belediye Başkanı Ali Boltaç, ilçeyi çağdaş bir görünüme kavuşturmaya adeta yemin etmiş gibi. Düzenlendiğini öğrendiğimiz sanat festivalleri, kültür günleri, müzeler ve etkinlikler, kentin yaşayan kültürünü geleceğe taşıyor.
Tarsus, geçmişini unutmadan yenilenen; köklerinden güç alarak geleceğe uzanan bir şehir niteliğinde. Aslında Belediye Başkanı Sayın Ali Boltaç ve Kaymakam Mehmet Ali Akyüz Bey’le kimliğimi söyleyip görüşmeyi arzu etmedim değil. Ancak sıradan halktan vatandaşlarla sohbetimde, onların mesai dışı bile çalışarak şehre hizmet ettiklerini duyunca; nezaketen de olsa bir zaman ayırsalar bile, doğrusu o vakit için bile kıyamadım. Bilgilerimi daha çok gözlemlerime, halktan insanları dinlememe ve internet araştırmalarıma dayandırdım.
Anadolu’nun Saklı Hazinesi
Tarsus, bir şehirden fazlası: bir tarih sahnesi, bir doğa tablosu, bir kültür hazinesi.
Kleopatra’nın kapısından Aziz Paulus’un evine, Tarsus Şelalesi’nden Eshab-ı Kehf Mağarası’na kadar her adımında ayrı bir hikâye anlatılıyor.
Bu kadim kent, Anadolu’nun bağrında saklı bir cevher gibi duruyor. Burayı keşfeden her yolcuya geçmişin büyüsünü, doğanın huzurunu ve insanlığın ortak mirasını sergiliyor.
Devam edecek