Son günlerde 2013 yılında meydana gelen “Gezi Parkı Olayları” yeniden konuşulur, yeniden sorgulanır oldu.
Nitekim bu konuda İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı, Radyo Televizyon Üst Kurulu’na (RTÜK) 3 Şubat 2025 günü gönderdiği yazıyla, 12 yıl önce yaşanan “Gezi Parkı” protestoları sırasında, “propaganda mahiyetinde” yayın yapan medya kuruluşlarının yayın kayıtlarını istedi.
İşte bu nedenlerle iktidarın da muhalefetin de zaman zaman gündemine aldığı bu olayların nedenlerine bir bakmak gerekti. Ve de geçmişe doğru bir sorgulamak gerekti.
***
Türkiye Cumhuriyeti kurulduğunda “Ulus Devlet” temelinde bir modernleşme süreci başlatılmıştı.
-İmparatorluk ve Hilafet kültüründen tümüyle arındırılmış...
-Dinsel öğretiler ve din, toplumsal hayatın yönetiminden uzaklaştırılmış...
-Batı tipi cumhuriyet normlarıyla donatılmış bir ülke oluşumu, bir nesil yetiştirilmesi hedeflenmişti.
Ve Doğunun sosyolojik varlığını dışlayan, Batı'nın değerlerini topluma giydiren bir toplumsal mühendislik oluşmuştu.
***
Sonuçta:
Doğu ve Batı kültürünün arasına sıkıştırılmış bir toplum oluştu. Doğunun değerleriyle dolu bir toplumun itirazları yükselir oldu.
İşte bu itirazlar, 1946'dan itibaren özellikle büyütüldü. Kurucu siyasal anlayışa karşı, siyasal bir çıkışa dönüştürüldü.
Diyebiliriz ki, Türkiye'nin bugünkü siyasal haritası bu kavganın ve bu sürecin bir sonucudur.
Yani itiraz eden muhafazakâr siyasal oluşum, iktidar kavgası sürecinden ve de bölgedeki siyasal konjonktürden beslenerek, bugünkü Türkiye siyasetine damgasını vurmuş oldu.
Ve o gün bu itirazları besleyerek büyüten merkez sağdaki siyasetler, bu gün sığınacak bir dal ve de kaybettikleri siyasal tabanı arar olmakta…
Ve o gün bu itirazları kurucu siyasete karşı kullananlar, bugün kurucu siyasetle bile ittifak ister olmakta…
Yani diyebiliriz ki, Gezi Parkı olaylarında oluşan görüntü, iktidarla muhalefet arasında bir kavganın işaret fişeği olarak görülür olmuş.
Öyle ki:
İktidar cephesinde, Gezi Parkı olaylarını kendine karşı siyasal bir komplo sanan anlayış oluşmuş.
Muhalefet cephesinde ise iktidarı yok edebileceğini sanan bir anlayış gelişmiş.
***
Öyle anlaşılıyor ki, iktidar da muhalefet de Gezi olaylarındaki mesajı, kendine yontarak anlamak istemiş.
Oysaki bu hareket bir sınıf hareketi değildi.
Bir sınıfsal başkaldırı değildi.
Bir emek mücadelesi de değildi.
Toplumsal bir barış içinde toplumsal bir özgürlük talebi idi.
Yani özet olarak Gezi olaylarındaki duruş, bir modernleşme kavgası idi.
***
Ve daha da ötesi, Gezi olaylarındaki duruş, demokratik ve özgür bir Türkiye talebinin toplumsal dili olmuştu.
Çünkü Türkiye de çözüme kavuşmamış, nereye gideceği halen kuşkulu bir “Kürt Sorunu” vardı.
Çünkü sürekli kaşınan ve de sürekli canlı tutulan bir “Alevi-Sünni” gerginliği, sanki pusuda beklemekte idi.
Ve de birbirini tasfiye etmek isteyen, bu ülkede siyasal ve toplumsal yarılmanın ana damarını oluşturan TÜSİAD-MÜSİAD gibi sermaye gruplarının kavgası vardı.
***
İşte bu nedenlerle:
Gezi olayları, o gün iktidarı sarstığı gibi muhalefeti de sarsar olmuştu.
Ve de iktidar ve muhalefete, topluma karşı sorumluluğunu hatırlatır olmuştu.
Ayrıca Gezi olaylarındaki duruş:
İktidarın Cumhuriyetle hesaplaşır oluşuna, muhafazakâr simge ve değerlerle donatır oluşuna bir itirazı olarak görünmüştü.
Aynı zamanda muhalefete de bir itiraz olarak görünmüştü.
Yani siyaset üretemeyen, yapılan her şeye “istemezük” diyen bir anlayışın muhalefet sanılmasına itiraz olarak…
Daha da genelde ise ülkenin demokratikleşmesinin önünü açamayan iktidara da muhalefete de topyekûn bir itiraz olmuştu.