Pandeminin bunalttığı bu toplum, olabildiğince tahrik edilirken…

Özellikle de görsel medyada yapılan tartışmalarla, toplum gerdirilirken…

Ve de sosyal medyada inanç, etnik ve siyasi içerikli kışkırtıcı bir dil kullanılırken…

Temmuz ayının felaketlerini bir kez daha hatırlamak, bir kez daha hatırlatmak, elbette yararlı olacaktır. Zaten Türkiye’de her ay, bir felaketle anılmaktadır.

Nisan’da Malatya katliamı, Mayıs’ta Reyhanlı katliamı, Haziran’da Havalimanı katliamı, Ekim’de Gar katliamı, Aralık’ta Maraş katliamı ve de diğerleri...

Ama Temmuz ayı, daha derinlerdeki bir acıyı, asırlarca toplumun belleklerinden silinmeyen bir acıyı hatırlatır bu topluma.

Ve de 2 Temmuz Sivas katliamının, 4 Temmuz Çorum katliamının, 5 Temmuz Başbağlar katliamının sıcaklığı, yeniden yeniden yaşanır bu ülkede.

* * *

Peki, neden ve neden bu katliamlar?

Mayası cumhuriyetle atılan laik, demokratik bir Türkiye süreci, 1945’ten itibaren “yeşil kuşak projesi” ile yolundan saptırıldı.

Pompalanan Sovyet tehlikesine karşı ülke, ABD ve NATO üsleriyle dolduruldu.

Ülke inanç kamplarına bölündü. Sünni Alevi’ye, Alevi Sünni’ye düşman edildi.

Çünkü sorun, Batı emperyalizmine karşı yükselen milli uyanışın bastırılması, eritilmesi, yok edilmesi ya da hedefinden saptırılması idi. Ama bunun için sağ-sol çatışması yeterli görülmemiş, sesi daha yüksek, daha geniş kitlesel çatışmaların olması istenmişti.

İşte bu nedenle Alevi-Sünni çatışması hızla yaygınlaştırıldı. Kanlı kitlesel katliamlara dönüştürüldü. Darbelerin yol taşları bu katliamlar üzerine döşendi. Ve de toplumsal ve sınıfsal mücadelenin içi boşaltıldı. İnanç eksenli katliamlardan beklenen de zaten bu idi.

İşte Alevi ve Sünni halk, bu oyunda figüran olmamalıydı. Ama olundu.

Ve devlet, inanç gruplarını kışkırtanlara göz yummamalıydı. Ama yumuldu.

Sanki bir el, hem devlet iradesini hem de inanç gruplarının iradesini teslim almıştı.

* * *

İşte Çorum katliamı, bu projenin ürünüydü.

Gümrük ve Tekel Bakanı Gün Sazak'ın 27 Mayıs 1980 günü öldürülmesi, provokatörler için istenen bir fırsat olarak kullanılır. Ve 28 Mayıs'tan başlayarak Alevi-Sünni kavgasının fitili ateşlenir.

“Alaattin Camisine bomba atıldı, yakılıyor” kışkırtmasıyla da “4 Temmuz 1980 Cuma” günü, kanlı olayın final günü olur.

Sonuçta resmi rakamlara göre 57 ölü, 200'den fazla yaralı, 300'den fazla yakılıp yıkılan ev ve işyeri, yüzlerce ailenin iç göçü, onlarca ailenin dış göçü...

1980’in Çorum Başsavcısı Ertem Türker, o günleri şöyle özetlemişti:

Ve “Olaylar geliyorum diyordu, idareciler aymazlık içindeydi. Çorum, silah tüccarlarının oyun sahası olmuştu. Aynı silahla sağcı da solcu da öldürülüyordu.” demişti.

* * *

Ve Sivas Katliamı, bu projenin yeni bir ürünüydü.

Ve de asla unutulmayan, asla unutulmayacak olan bir felaketti bu katliam.

Çünkü 2 Temmuz 1993 günü, Pir Sultan Abdal Şenliklerinde bir vahşet yaşandı. Çoğunluğu Alevi kökenli 33 yazar, ozan ve düşünür Madımak Otel’inde yakılarak katledildi.

Ve o gün, “Sivas ellerinde sazım çalınır...” diyen Veysel’in sazı, çalınmaz olmuştu.

Ve de o gün için Maraşlı ozan Emekçi;

“İki Temmuz sıcağında / Ben yanarım Sivas yanar

Pir Sultan’ın ocağında / Ben yanarım Sivas yanar” demişti.

* * *

Başbağlar Katliamı ise “Sivas’ın intikamı” gibi sunulmuştu…

Yani Sivas'ta Alevileri hedefe koyan “irade”, Başbağlar’da Sünni katliamına imza atmıştı. Amaç, daha büyük kitlesel bir Alevi-Sünni çatışması yaratmaktı.

ilinin Kemaliye ilçesine bağlı, Tunceli sınırına yakın, Sünni halkın yaşadığı bir köydür Başbağlar. Sivas katliamından 3 gün sonra, yani 5 Temmuz akşamı köy baskına uğrar. “33’e 33” der gibi 33 köylü kurşuna dizilir. Okul, cami ve tüm evler yakılır, yıkılır. 20 kişi gözaltına alınır. 18 kişi beraat eder. Örgütsel ilişkiden 2 kişi mahkûm olur.

Bu davanın yargıçlarından Şakir Kadıoğlu diyor ki:

“Peki, kimler getirildi mahkemeye? Aleviler! Tunceli'de ‘tırpancı’ olarak tabir edilen bölgenin Alevilerinden yakaladıkları kişiler.” Ve devamla “Başbağlar davası, Türkiye'nin hukuk tarihinde bir yüz karasıdır. Yazıktır, günahtır” diyordu.

* * *

Elbette tüm bu katliamlar, bir siyasal proje idi ve de Alevi ve Sünni halk bu projede kullanılmıştı.

Özellikle Çorum katliamı ile 12 Eylül darbesinin son kilometre taşları döşenmiş, yönetime el konulmuş, anayasal sistem lağvedilmiş, toplumsal muhalefet bastırılmış, toplum sindirilmiş, 24 Ocak kararları ile ülke ekonomisi küresel sermayeye teslim edilmişti.

Ve sonuçta bugün Çorum, Sivas, Başbağlar katliamlarının üzerinden yıllar geçmiştir. Ama belleklerden silinmemiştir, acıları unutulmamıştır, hesabı sorulmamıştır.

Aslında daha da acısı; bu ülkenin sosyal dokusunun temeli olan Alevi-Sünni halk, bu katliamları bir kez olsun birlikte kınamamış, kınayamamıştır.

Ki, işte asıl sorun budur…