Her nedense bizim siyasi yaşamımızda, demokratik iktidar ve demokratik muhalefet kültürü gelişmemiş ve de aşamadığımız bir hastalık olarak kalmıştır.
Öyle ki, teröre karşı ortak bir siyasi tavır gerekirken bile uzun bir süre, terörün yaratmak istediği ve de yarattığı kaostan faydalanmak isteyen bir görüntü verilmiştir.
Türkiye için çok acı bir görüntüdür bu. Böyle bir siyasal görüntü ile bu ülkede, elbette demokrasi sorunu yaşanır, elbette demokrasi inşa edilemez.
Nitekim İngiltere merkezli The Economist Grubu’nun “2019 Dünya Demokrasi Endeksi Raporu”nda Türkiye, 169 ülke arasında 110’uncu sırada yer almıştır.
Oysaki Cumhuriyet kendisine batılılaşmayı hedef koymuştu.
-Batı tipi demokratik bir ülke olunacaktı.
-Laik bir devlet olunacaktı.
-Sosyal bir devlet olunacaktı.
-Kanun devleti değil bir hukuk devleti olunacaktı.
Cumhuriyet bugün 102 yaşında; ama olamadı, olunamadı.
Çünkü biz tartışamadık.
Çünkü demokrasi nedir konuşamadık.
Ve de tartışan, konuşan aydınlarımızı susturduk. Susmayanları içeri attık, yıllarca cezaevlerini mesken yaptık.
Nazım Hikmet, Kemal Tahir, Orhan Kemal, Yaşar Kemal, Aziz Nesin, İsmail Beşikçi, Hikmet Kıvılcımlı, Necip Fazıl ve daha niceleri…
1946’da dünya konjoktürünün de bir gereği olarak “çok partili sisteme” geçilmişti.
Ama çok partili sistemi sindiremedik. Nitekim olması gereken siyasal hoşgörünün yerini çatışma, sosyal barışın yerini kavga, özgürlüklerin yerini yasak ve dayatma aldı.
***
Peki, neden demokrasi sorunu var ve neden demokrasiyi inşa edemedik?
Çünkü:
-Batı’da bir laiklik sorunu yoktur. Ama bizde var.
-Batı’da etnik bir kavga yoktur. Ama bizde var.
-Batı’da bir hukuk sorunu yoktur. Ama bizde var.
Yani Batı bu sorunlarını çözmüştür. Ama biz 102 yıldır çözemedik. Batı tipi bir demokratik yapı olunacaktı, 102 yıldır olamadık.
Çünkü Batı kültürü ile aramızdaki doku uyuşmazlığını gideremedik. Tavandan yapılan reformlarla bu doku uyuşmazlığını eritemedik.
Nitekim Kemal Tahir bu olguyu “Bizi ters çevirirseniz Batı, Batı’yı ters çevirirseniz biz oluruz” diye formüle etmişti.
***
Çevresi dış düşmanla, içerisi iç düşmanla çevrili bir ülke olduk.
Yani böyle bir paranoya yaşar olduk.
Tam 102 yıl boyunca laik kesim ve muhafazakâr kesim birbirini öteledi, birbirini düşman cephelerde gördü.
Farklılıklara karşı önyargılar yıkılamadı.
Daha da önemlisi, bu sorunlar ciddi ciddi sorgulanmadı ve de sorgulanamadı.
Ve daha açık konuşmak gerekirse:
Türkiye’de demokrasi uygulamasının gerçek bir karşılığı olmadı. Halkın politik alanda etkili olmasına izin verilmedi.
Meclis salonu duvarında “egemenlik kayıtsız şartsız milletindir” dense de egemenlik pek de halkın elinde olmadı.
Yani halkın gerçek iradesi siyasi hayata yansımadı.
***
Evet, anayasamızda “Türkiye Cumhuriyeti demokratik, laik ve sosyal bir hukuk devletidir” yazıyor. Yazıyor, yazıyor ama:
-Demokrasi sorununu çözemedik.
-Özgürlük ve demokrasiden korkar olduk.
-Darbe anayasalarından kurtulacak bir irade bile gösteremedik.
-102 yıldır laikliği hayata geçiremedik.
Bu ve bunların sosyolojik nedenlerini asla sorgulamadık ve de sorgulayamadık.
Aydınlarımız da bu sorgulamaya yanaşmadı, yanaşamadı.
İşte Sakallı Celal bu durumu anlatabilmek için, “Türk aydını, doğuya giden bir geminin güvertesinde batıya doğru koşan…” demişti.
Ve bu ülkenin 102 yılını meşgul etmiş Kürt sorununu çözemedik, neredeyse küresel güçlerin gündemine iter olduk.
Aziz Nesin işte bu sorunu anlatabilmek için “Bulgaristan’da Türkler, Türkiye’de Kürtler” kitabını yazmıştı.
Evet, maalesef Türkiye’nin olmaması gereken demokrasi panoraması budur.
Ve de daha çoook uzun süre yaşanır olacak gibidir.
Ama yine de diyebiliriz ki, Ekim 2024’te başlatılan “Terörsüz Türkiye” sürecinin önüne bir taş konulmaz, ya da bir yol kazası olmaz ise Kürt sorunu, bir ölçüde de olsa çözülecek ve de birlikte yaşanacak siyasal ve sosyal bir iklim oluşacak gibidir…