11. yüzyıl başlarına kadar,

Günümüz Türkiye’sindeki Türklerin atalarının çoğu Müslüman olmuşlardı.

İslam’la bu tanışmanın İran dilleri konuşan insanlar vasıtasıyla olduğu açıktır,

Çünkü Türkiye’deki temel dini terimler,

Arapça’dan ziyade,

Farsça ve diğer Arap kökenli dillerden meydana gelir.

Namaz,

Oruç,

Peygamber.

Görünürdeki istisnalar,

Arapça hac veya ziyaret,

Esnasında bir istisna değildir,

Çünkü bu kelimeler aynı zamanda Farsça’da kullanılmaktadır.

Türkler,

İslam medeniyetiyle tanışmalarıyla birlikte,

İhtiyaç duydukları ve daha fazlasını,

Farsça ve Arapça’dan kendi dillerine dâhil ettiler.

Ümmet-i Muhammed’e dâhil olma şuuru,

Türk olma bilincinin yerini aldığında ise Arapça ve Farsça’dan Türkçe’ye kelime akışı hızlandı.

Bu yalnızca yabancı olan kavramlar için yabancı kelimelerin alınması meselesi değildir.

Türklerde ‘kent’ anlamını kusursuz bir şekilde karşılayan,

-Marko Polo’da Pekin yerine kullanılan ‘Hanbalık’ (İmparatorun şehri) kelimesinin gösterdiği üzere- balık kelimesi vardı.

14. yüzyıl itibariyle şehir (Farsça şehr) ve Taşkent,

Yarkant ve Semerkant’ın son hecesi olan kend (Soğdca knd),

Balık kelimesinin yerini alır.

‘Ordu’ kelimesine karşılık gelen çerig ve sü kelimelerinden,

Çerigin Yeniçeri’de kullanımı muhafaza edilmesine rağmen,

Her ikisinin de genel kullanımdaki yeri asker,

Arapça askar (Aslı Latince Exercitus) almıştır.

Hatta ‘ateş’ için kullanılan od kelimesi dâhi tedrici bir şekilde kullanımdan düşmüştür.

………

(…) Farsça kelimelerin akını yoğun olsa da daha büyük bir kelime istilası Arapça’dan geldi.

Bu durum yalnızca,

Arapça’nın Kuran dili olması hasebiyle doğal olarak din,

Ve teoloji dili olması ve Farsça sözcük dağarcığının bizzat Arapçadan,

Ödünç alınmış kelimelerle kendileriyle beraber bütün ailelerinden kaynaklanmaktaydı.

Bu nokta,

Arapça bilenlerin okumadan geçebileceği kısa bir açıklama gerektiriyor. (Geoffrey Lewis. Çev: Mehmet Fatih Uslu. Trajik Başarı. Türk Dil Reformu. Çevarh Bilnm. S: 13-14. 1999. İstanbul)

Büyük Atatürk’ün dil üzerinde çalışmaları sırasında yaşayan Doç. Dr. M. Şakir Ulutaşır’ın son eserini iyi incelemek gerekir.

20.09.2022