Duvarı kıyısına çekildik. Yolun kıyısındaki ağacın dalları gölgeliyordu bulunduğumuz yeri. Sepeti yere koyup, kendisi de duvarın üzerine oturarak:

“Önce adını öğrenelim senin.”

“Adım Zafer Aydın.”

“Peki Zafer Aydın, hangi köydensin? “ dedi.

“Çıkrık’tanım.”

“Öğretmen Kemal Akbulut’un köyünden yani?”

“Evet,” dedim. “Onu tanıyor musunuz?”

“Onu da, diğer enstitülü öğretmenleri de tanırım. Ben de öğretmenim çünkü.”

Çok sevinmiştim.

“Kemal Akbulut akrabamız olur.

“Ne güzel! Şimdi kaçıncı sınıftasın?”

“Dörde geçtim.

“Aferin! Demek dördüncü sınıftasın? Peki, ne ile geçtin sınıfını?”

“Pekiyi ile.”

“Bravo! Zeki bir çocuğa benziyorsun. Okumayı seviyor musun bari?”

“Çok, hem de çok seviyorum. Babam pazar yerinde. Ona söyleyip kitap aldıracağım buradan.”

“Ne güzel! Peki büyüyünce ne olmak istiyorsun?”

“Okuyacağım, öğretmen olacağım!”

Gülümsedi öğretmen amca.

“Öğretmen olup da ne yapacaksın?”

“Öğretmenimiz; yokluk, yoksulluk ve kötülükler bilgisizlikten gelir. Herkes okumalı, bilgisizlikten kurtulmalı derdi. Ben de öğretmen olunca hem çocukları okutacağım; hem de annemi, babamı yoksul yaşamlarından kurtaracağım.”

Öğretmen amca saçlarımı okşayarak:

“Aferin yavrum” dedi. “Senin okuyacağına ve başaracağına inanıyorum ben. Verdiğin yanıtlarla bunu kanıtlamış oldun. Beni de çok duygulandırdın. Senin gibi akıllı bir oğlum olmasını da isterdim.”

“Sizin çocuklarınız yok mu?”

Güldü öğretmen amca:

“Var “ dedi. “İki kızım var.”

Elimden tutarak, yerinden kalktı.

“Gel bakalım,” dedi. “Senin gibi akıllı bir çocuğu sevindirmek beni de mutlu edecektir.”

Beni nasıl sevindireceğini anlayamamıştım.

Kitap sergisine yaklaşarak seyredenlere:

“Bize de yer açın bakalım” dedi.

Seyredenler açıldılar biraz. Tüm kitaplar karşımızdaydılar. Hepsi de “beni alın!” diye sesleniyorlardı sanki.

Bana dönerek:

“Hadi seç bakalım” dedi.

Şaşırmıştım. Doğrusu ya ummamıştım bana kitap almak isteyebileceğini.

“Sağ olun öğretmen amca! “ dedim. “Babam alır bana.”

“Anlaşıldı,” dedi. “Kitap seçimini kendim yapmam gerekiyor.”

Kitapçıya dönerek:

“Bakar mısın Mahmut Efendi! “dedi.

“Buyurun Hocam” dedi kitapçı.

Öğretmen amca onu, o da öğretmen amcayı tanıyordu demek ki

“Bana oradan, Battal Gazi Destanı, Köroğlu, Leyla ile Mecnun Ferhat ile Şirin ve Tahir ile Zühre kitaplarını ver.”

“Hay hay Hocam , hemen!..”

Adam kitapları alıp bir kağıda sararak uzattı.

“Buyurun hocam!”

“Teşekkür ederim. Borcumuz ne oldu?”

“Ellişer kuruştan beş kitap, iki yüz elli kuruş eder hocam.”

Öğretmen amca cüzdanından çıkardığı parayı uzattı kitapçıya.

“İşte sana iki yüz elli kuruş.”

Parayı alan kitapçı:

“Sağ olasınız Hocam. Allah bereket versin. Para veren altın bulsun.” dedi.

“Bereketini bul “ dedi öğretmen amca.

Sonra bana dönerek:

“Haydi bakalım Zafer Aydın,” dedi.

Dönüp, duvarın kıyısına geldik. Öğretmen amca kitap paketini bana uzatarak:

“İtiraz istemiyorum. Al bakalım şu kitapları. “ dedi.

“Olmaz amca!” dedim. “ Alamam.”

“Neden ?”

“Çok para verdiniz onlara.”

Güldü öğretmen amca.

“Kitaba verilen paraya acımam ben. Yeter ki, değerini bilenlere ulaşsın.Haydi bakalım al !”dedi yeniden.

İkilem içinde kalmıştım. Ter basmıştı yüzümü. Tanımadığım, ilk kez karşılaştığım bir öğretmen bana beş tane kitap hediye ediyordu. Nasıl alırdım. Alsam bile bunu babama nasıl açıklardım.

(SÜRECEK)